28 Şubat 2021 Pazar

YILDIZ TEPE YEŞİLÇAM FİLMİ YORUMU (Fatma Girik & Ekrem Bora & Salih Güney)

Merhabalar;
Epeydir film incelemesi yapmıyordum blogda. Yıllardır niyetim olmasına rağmen Yeşilçam yorumu ise hiç yapmamıştım. ŞU YAZIMDA biraz bahsetmiştim gerçi bunları yazmak istediğimden, önceki bazı yazılarımda da. Ama devasa taslaklarımda ya da bloga yazacaklarım için kullandığım blog defterimde kaldı çoğu yazı taslağı ve fikir. Yeşilçam'la ilgili giriş yazımı elbet bir gün düzenleyip yayınlayacağım ama ona gelmeden bu filmin yorumunu paylaşmak istedim. 

Yeşilçam filmlerini severim. Ara ara izlemediklerimi keşfeder izler, ara ara ise sevdiğim filmleri tekrar tekrar izlerim. Bu film benim daha önce izlemediğim bir filmdi. Duymamıştım bile adını. TÜRK BEYAZ DİZİLERİ yazımda esas kız bir türlü kavuşamadıkları ilk aşkıyla ilişkisini bu filme çok benzetiyordu. Daha önce duymadığım bir yeşilçam filmine rastlamak beni heyecanlandırdı ve hemen izledim. :p 


Film Adı: Yıldıztepe 
Yıl: 1965
Oyuncular: Fatma Girik, Ekrem Bora, Salih Güney, Aliye Rona, Atıf Kaplan, Ayla Algan
Senaryo: Sefa Önal
Yönetmen: Memduh Ün

Konu: Okulu biten Sevgi, akrabalarının yanında kalacaktır. Yıldıztepe adında bir yerde ıssız bir evdir burası. Sevgi evin büyük ve yabani oğlu Murat'tan hoşlanırken; evin küçük oğlu Ali de Sevgi'den hoşlanmaktadır. Ayrıca evde konuşulmayan pek çok sır vardır. 


Yıldıztepe siyah beyaz bir film. İyi çekilmiş siyah beyaz filmlere ayrı zaafım vardır. Yeşilçam filmlerindeki mekanlar, evler, arabalar ve giyisilerle ayrıca ilgiliyimdir. Karakterler ne giyer, nereye gider, ne yer, ne içer, hangi kitapları okur, hangi müzikleri dinler... Konudan bağımsız bunlara çok dikkat ederim. Bazen filmi sevmesem bile sırf geçtiği mekanı beğendiğim için tekrar izleyebilirim. 

Filmde hoşuma giden ilk şey ev oldu. Böyle tepede büyük, eski evlerde geçen hikayeleri seviyorum. Hele de o evin bir sırrı da varsa. Yıldıztepeli ailenin de birbirlerine  mutsuzlukla bağlı kalmalarına sebep olan sırları var. Sanki o sırla çürümek için bu evde inzivaya çekilmiş gibiler. Sevgi ise gençliğinin tüm neşesi, merakı ve iyimserliğiyle geliyor bu eve. Ama gerçekler, duygular, sırlar soğuk bir duvar gibi karşılıyor onu. 
Şahit olup anlam veremediği bazı olayların yanı sıra kendi duyguları ve karşılık vermek istemediği ısrarcı başka duygular arasına sıkışıyor. Evin büyükannesi ise ailenin bu girdaptan kurtuluşunu Sevgi olarak görüyor ve koca ailenin altından kalkamadığı bu yükü Sevgi'nin omuzlarına yüklüyor. Sevgi'nin böyle bir yükü omuzlaması ise çok zor.

Mekanını, ortamını çok sevdim. Konu ve işlenişi ise benim için zayıf-orta arasıydı. Salih Güney'in kendi sesi mi bu filmdeki bilmiyorum ama kulağımı çok tırmaladı sesi. Ekrem Bora'yı ise diğer filmlerinden çok daha farklı bir oyunculuk stilinde gördüm. Hoşlandım mı emin değilim. Murat'ın sürekli yanında gezdirdiği köpeği ve filmdeki bazı hareketlerinden ötürü birazcık yorumlar yapıp eğlenmiş olabilirim. ^^ 


Ek olarak çoğu yeşilçam filminde olduğu gibi çok abartı olmadıkça görmezden gelmeyi tercih ettiğim bazı aksaklıklar ve kopukluklar da vardı.

Sonuç olarak izlemekten pişman olmadığım ama tekrar izleyeceğimden ise emin olmadığım bir film izlemiş oldum. Mekan için tekrar izler miyim? Olabilir... 

Aşağıda ise filmden kendi aldığım bazı ekran görüntülerini paylaşıyorum. 







Sevgiler... :)



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

27 Şubat 2021 Cumartesi

Türk Beyaz Diziler #1 / İlk Aşkım - Yosun Yeşilmen


Merhabalar, hoş geldiniz :)

Başlık belki biraz şaşırtıcı olabilir. Ama açıklayacağım. Blogda beyaz dizilere dair pek çok yazı yazdım. Bazılarını yorumladım da. Beyaz Dizileri/Harlequinleri araştırdığım dönemde Artemis Hafta Sonu ile birlikle verilen Türk işi beyaz dizileri keşfettim bir sahafta. Türk bir yazar tarafından yazılmışlardı: Yosun Yeşilmen

Ben böyle şeyleri çok merak ederim. Bazı şeyleri salt sosyolojik olarak incelemek hoşuma gider. Türkiye'de bu tarz kitapların popüler olduğu dönemde bu türü denememiş olmamız şaşırtıcı olurdu sanırım. Beyaz dizilerin yurt dışında yazılma amacının 70lerden sonra gelen hippi dalgasının etkisini yumuşatmak olduğunu okumuştum bir yerlerde. Bizdeki amacı ne olabilirdi acaba?

Sahafta karşılaştığım bu kitapları çok cüzi bir rakama aldım. Üç taneydiler zaten, üçünü de aynı yazar yazmış. Yerli Dizi'nin 1,2 ve 4 nolu kitapları var elimde. Bir numarayı alır almaz okumuştum. Ve blogumda bununla ilgili bir yazı olmasını istedim. O yüzden tekrar okudum. Siz de benim gibi merak ediyorsanız, lütfen alt satırlara doğru beni takip edin. :)

Öncelikle yazardan başlamak istiyorum. Yosun Yeşilmen benim ilk kez bu kitaplarda gördüğüm bir yazar oldu. Kitaplardan ilkinde yok ama sonrakilerde yazardan bahseden şöyle bir paragraf var: "Yosun Yeşilmen, 1970 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi ve İstanbul Üniversitesi - İngiliz Edebiyatı'nda okudu. Aynı üniversitede Edebiyat Psikolojisi üzerine bir master tezi hazırladı. BBC televizyonu için çekilen dizilerde editör olarak çalışıyor. Londra'da eşi ve kızıyla birlikte yaşıyor." Bu paragrafı kitabı okumadan önce fark etmemiş, sonradan okumuştum. Şimdilik bu bilgiler de cepte. Bazen eserler yazardan çok da bağımsız olmuyor. 



Yerli Dizi #1 İLK AŞKIM - YOSUN YEŞİLMEN
Basım: Ağustos, 2006
Sayfa: 113
Konu: İlk bakışta aşk mümkündür derler. Biliyor musunuz? Gerçekten de mümkündür. Ama işte yine de aşkı sürdürmek, aşkı doyasıya yaşamak için sabretmek gerekir bazen.
Naz ve Nejat'ın hikayesinde de böyle oldu...
Bir kadın, bir erkek ve onların arasındaki bağı asla koparmak niyetinde olmayan kaderin başlıca rollerini paylaştığı İlk Aşkım ile masumiyetin sivri dişlerini ve tutkunun vazgeçilmezliğini yaşayacaksınız.

Bu kitapla ilgili ilk okumamdan, yani yıllar öncesinden aklımda kalan "iki" şey vardı. Birincisi kitabın bana hissettirdiği duygu. Alacakaranlık serisi 2. kitabı Yeni Ay'da Bella evin penceresinden bakarken mevsimler geçiyordu ya. Hayat başkaları için devam ederken onun için durmuştu ya, esas kız Naz da odasının penceresinden Nejat'ı keserken ve bitmek bilmeyen Nejat anılarıyla, hayalleriyle doluyken hayat Nejat dahil herkes için devam ediyordu.
İkincisi ise kitabın beni çok boğduğu ve sıktığıydı. Sırf bu yüzden diğer kitapları okumadan Türk Beyaz Dizi defterini kapatmıştım.

Tekrar okuduğumda da pek bir şey değişmedi. Yine kitap beni aşırı derecede yordu ve boğdu. Ve bu sefer bolca öfkelendirdi de. Çünkü bu okuyuşumda kitabın ne kadar cinsiyetçi bir dille yazıldığını da hatırlamış oldum. Ciddi bir kadınlık, erkeklik kalıplarına mahkumiyet vardı. Gözümüze gözümüze sokarcasına. Kadın şöyle zayıftır, duygularına yenik düşer. Erkek böyle güçlüdür, sevse bile unutup başkasıyla olabilir.

Dürüst olacağım. Niyetim üç kitabı da arka arkaya okuyup tek bir yazıda hepsinden bahsetmekti. Ama bu kitap beni o kadar oyaladı ve her satırına o kadar çok takıldım ki birkaç cümleyle geçmek istemiyorum. Madem dönemin ruhunu inceleyeceğiz tam inceleyelim. Okurken notlar da aldım. Biraz uzun olursa affola. :* (Kim okuyacak bu kadar uzun yazıyı diye de düşündüm ama okursanız çok mutlu olurum.)

Naz'ın başarısız randevusuyla başlıyor kitap. Naz, Utku adında bir adamla sevgili ama aynı zamanda çenesinden salata suyu akıtarak yemek yiyen bu adamdan iğreniyor. İlk sayfalar boyunca adamın barzoluğundan yakındığını okuyoruz. Hepimizin sorduğu "Peki, neden bu adama katlanıyorsun?" sorusunu o da kendine soruyor ve cevabı bu adamla asla mutlu olmasa da iyi bir ailesi ve iyi bir işi olduğu için kendini güvende hissedebileceği düşüncesi. Ondan ideal bir koca yapmaya çalışıyor. Oyun hamuru çünkü bu. Kitap ilk sayfadan midede hafiften bir çalkalanma hissi oluşturmuşken Naz dışardan şirin gözükmeye çalıştığı adama içinden hakaretler yağdırırken, öpüşmesini Sivas kangalına, kendisini ise en son buldoğa benzettiği bu adam tarafından terk ediliyor. Bu kısmı Naz'la ilgili fikriniz olsun diye anlattım.

Naz, 33 yaşında ve bir bankada çalışıyor. Orada da mutlu değil ve bunalmış durumdayken izin alarak Datça'daki yazlıklarına ailesinin yanına gidiyor. Komşuları Alp&Leyla çiftinin kızı Şeyma'yla okuldan arkadaşlar ve oğulları Nejat da Naz'ın gençlik aşkı. 
Ve normalde hiçbir yaz Datça'ya gelmeyen Nejat'ın da o yaz geleceği tutuyor. 

Kitap geriye dönüşler şeklinde ilerliyor. Nejat'la Naz'ın yıllar boyunca başından geçenleri ara ara o günlere dönüp okuyor, her defasında daha çok sinir krizi geçiriyoruz. Nejat'la, Şeyma sayesinde tanışıyor Naz. 

Nejat henüz evrimini tamamlamamış bir karakter. O yüzden duygu ve düşüncelerini konuşarak değil bazı ilkel motor hareketlerle ortaya koyuyor. Henüz konuşarak kendini ifade etme güncellemesi gelmediği için kitap boyunca duygu ve düşüncelerini hiçbir şekilde duymuyoruz. Aşırı dengesiz, kötü çocuk özentisi, itme-çekme yaparak ilişki kurmaya çalışan bir canlı. Asla açık davranmıyor. Bir anda sarılabiliyor ya da bir anda gidip başkasıyla evlenebiliyor. 

Naz'la yazlıkta karşılaştıklarında Nejat 2. evliliğini birkaç yıl önce yapmış bir adam. 
Naz'ın hatırladığı anılarda ilişkilerinin Naz'a bir anda sarılmasıyla başlaması. Ama annesi de Nejat da zengin bir eş istiyorlar. O yüzden Naz'ı kendine layık görmüyor ve zengin bir kadınla evleniyor. Naz'ı ısrarla arayarak en güven verdiği anda da ona bunu açıklaması çok çok mide bulandırıcıydı. Altındaki lüks araba, yeni eşinin babasının parasıyla Amerika'da 2 yıl yüksek lisans yapacaklarını ve sonra Avustralya'ya taşınacaklarını falan anlatıyor. Ve buna rağmen Naz'ın hayatına devam etmesine asla izin vermiyor. Geliyor, umut veriyor ve yok oluyor. Sen burada böylece kal, ben zenginliği kazandıktan sonra gelip seninle evleneyim kafasında. Gerçekten çok korkunç. 

Peki Naz ne mi yapıyor? "Tamam ya, bana uyar. Nejat'ın ne olursa olsun 'yırtması' gerekiyor. Bunlar da duyduğum en mantıklı ve anlamlı cümleler o yüzden ben günübirlik belki adam edeceğimi düşündüğüm kişilerle takılayım ama hiçbirinin Nejat olamayacağını kendime kanıtlayarak ömür boyu Nejat'ı bekleyeyim." diye düşünüyor. Bir insan kendinden bu kadar nefret etmemeli bence. Bir insanın kendine bunu reva görmesi çok üzücü.  Çünkü bu Neandertal "Sen benim 'evleneceğim' diyerek eve götürebileceğim biri değilsin. Benim evlenmek için çok başka birine ihtiyacım var." diyebiliyor rahatça. Ailesi biricik, çok kıymetli oğullarının sınıf atlamasını dört gözle bekliyor. Ve kızın karşısına sürekli başka kızlarla çıkıp Naz'ı aşağılıyor, karşıma çıkma evlenmem lazım diye. Evlenmeden bir gün önce gördüğü Naz'a verdiği züğürt tesellisi de şu: Ömür boyu birbirimizi kapsayacağız. Aramızdaki bağ tüm evliliklerden daha ileri vs. Bunlar arabada yakınlaşmışken düğünden bir gün önce trafik kazası geçiriyorlar. Ee, ne demişler: Kötüye bir şey olmaz. Nejat yarasız kurtulurken Naz'ın bacağı arabaya sıkışıyor, ailelerin haberi oluyor ve Nejat ne yapıyor dersiniz? Hiçbir şey. Evet, hiçbir şey yapmıyor. Herkesin Naz için Nejat'ı evlenmeden bir gün önce ayartan kadın olduğunu düşünmesine izin veriyor. Hiçbir şeyden haberi olmayan Şeyma da her cinsiyetçi gibi abisinde zerre kusur bulmuyor. "Abisini baştan çıkaran" Naz'a küsüyor ve bir daha hiç konuşmuyorlar. Hayırdır ya, hani erkekler duygularına teslim olmuyordu? Ah be Naz, keşke bacağın yerine kafan sıkışsaydı da belki aklın başına gelirdi. 

İlk karısından boşandıktan sonra tekrar Naz'ın kapısında bitip onu birilerinden kıskanabiliyor. Kısıtlayabiliyor. Ama yine de Naz'la olmuyor. Sahiplenme, kıskanma krizleri. Ay canım, ne kadar da masum. Biz de yedik. 

Bu geçmiş olaylar sürerken günümüzde ise Nejat, arkadaş grubuyla geldiği Datça'da Naz'ı da buluşmalara dahil ediyor. Ancak bu arkadaş grubundan Can, Naz'a ilgi duymaya başlayınca pençelerini hemen Naz'ın üzerine koyuyor, bir nevi "sahibi" olduğunu belli ediyor. Neyse oturdukları masanın etrafına idrarını yaparak yerini işaretlemediğine şükretmeliyiz. Ve bu durum Naz'ın hoşuna gidiyor! Malum köpek benzetmesine devam ederek: "Can, önünden yemeği alınmış bir köpek gibiydi. Ama cins bir köpek, mesela bir golden retriever. Şirin, masum, evcil. Oysa benim Nejat'ım sahibine aşık bir pitbull gibidir. Kafasına koydu mu parçalar."
Ne kadar hastalıklı bir düşünce bu, açıklama yapmama bile gerek yok sanırım. Ve oradaki kadınların kendisini kıskandığını düşünüyor. Öğk!
Yukarıdaki öğürmeyi erken yapmış olabilirim çünkü Naz'ın zihnindeki düşünceler devam ediyor. Erkeklerin dürtüsel davranışlarının bir hayvanın kakasını tutmadan olduğu yere yapmasına benzeterek kabul edilmesi gerektiğini, kadınların ise dırdırcı ve yakınmacı olduklarını, bundan kurtulmaları gerektiğini düşünüyor. Varsayalım ki öyle, kadınların bu yönünü neden olduğu gibi kabul etmiyoruz? 

Ve daha ne kadar saçmalayıp iğrençleşebilir ki dediğim yerde yine bir geçmişe dönüş yaşıyoruz ve günümüzde tekrar soracağı soruyu Nejat, Naz'a yine bir kıskançlık krizinin ardından soruyor. Bırakıp gittiği Naz'ın yanında bir adam görünce: O adamla yattın mı? Sen zaten bakire de değilsindir, diye kendi kendine hezeyanlar geçiriyor. Kitabı fırlatıp atmak istediğim yer burasıydı. İki kere evlenmiş, hâlâ evli olan mahlukun, Naz'a defalarca umut verdikten sonra ortadan kaybolan mahlukun sorduğu sorulara gel. İkisine de üzülesim gelmedi kitap boyunca, tam birbirlerini bulmuşlar dedim. 

Daha saçma ve iğrenç ne olabilir dedikçe olaylar üzerime yağıyordu. Nejat'ın güncel eşinin Naz'ın en yakın arkadaşının kuzeni olması ve Naz'ın o kadınla sabahlara kadar dertleşmiş olması gerçeği ortaya çıkıyor. Ve Naz yine nato kafa, nato mermer. Anlatacak gerçekten gücüm kalmadı. Yazıyı buraya kadar okuyan kaldı mı? Hiç sanmıyorum. :)

Finali anlatamıyorum madem, kitabı okurken aldığım notlardan birini filtresiz, olduğu haliyle aktarıyorum: 
"Nejat; dengesiz, sağı solu belli olmayan, hesap vermeyen, bir iyi bir kötü, emredici, seri evlenme alışkanlığına sahip, birinin gözlerinin içine bakarken başkasıyla evlenen ve hâlâ o gözlere bakmayı uman, ders çalışcam ben yaa diye evden misafir kovan itin teki." :) Bu da benim hezeyanım. 

Kitapla ilgili bir sürü yorum ve analiz yapabilirim ama anlatmak istediğimi anlattığımı sanıyorum. Böyle bir çiftin ilişkisinden ise bana kalan tek şey şu oldu. Naz, ilişkilerini bir Yeşilçam filmine benzetiyor. Benim daha önce izlemediğim bir filmdi bu. O yüzden mutlu oldum. Yeşilçam izlemeyi çok seviyorum. Bu kitabı okurken o filmi de izledim fırsattan istifade ve hayır ilişkileriyle alakası bile yok. Yine de o filmi izlediğim için mutluyum. Bu yazıdan sonra o filmin yorumu gelecek. Filmin yorumunun linkini TAM BURAYA bırakacağım :) 

Yazımı buraya kadar kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Eğer okuduysanız lütfen yorum olarak hayatta olduğunuzu belirtin, ayrıca düşüncelerinizi de çok merak ediyorum. :( Yazdığım en uzun yorumlardan biri sanırım. İkinci ve üçüncü kitapları da kendime işkence etme pahasına okumayı düşünüyorum ama biraz araya ihtiyacım var. Bana katlandığınız için teşekkürler.

Sevgiler :* 


BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ:






Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

26 Şubat 2021 Cuma

Kendime Doğum Günü Hediyesi: Bir Takım Defterler


Merhabalar,
Doğum günümün üzerinden epey geçti aslında, yine de yazmak istedim. Biliyorsunuz, pandemiden ötürü hepimiz zor zamanlar geçirdik/geçiriyoruz. Ben de hem kendimi motive etmek, hem de eskisi gibi çok yazabilmek için bir hediye almaya karar verdim. Daha önce kendime hediye almak konusunda KAR KÜRESİ adında bir yazı yazmıştım, o yazıdaki kar küresini hâlâ bulamadım bu arada :') 

İnsanın kendine hediye alması, kendini mutlu etmesi gerçekten güzel bir şey. Bazen karmaşalarda ilk unuttuğumuz, ödün verdiğimiz kişi kendimiz oluyoruz. 

Bu sene kendime lise yıllarından beri istediğim o büyük deri defterlerden almaya karar verdim. Aslında tam gönlüme göre bulamadım. Notopelle defterleri bir parça aklıma yatınca en azından ondan alayım diye düşündüm. Bir tane 14x18, bir tane de 17x23 olmak üzere 2 boy aldım.  Sayfalarının düz olmasını isterdim ama maalesef çizgiliydiler. Yine de aldım. :) Bu şekilde de kullanabilirim. 
Yine de bir tane 17x23 boyunda ya da azıcık daha büyük ve epeyce kalın bir defter istiyorum. Kalın defter bulmak neden bu kadar zor? :/ 500-1000 yaprak arası bir defter istiyorum ama bir türlü bulamadım. Aslında geçen sene Nezih Kitapevi'nde istediğime yakın bir defter görmüş, alıp almamak konusunda kararsız kalmıştım. O ara pandemi başlamış, ben bir daha Nezih'e gidecek fırsat bulamamıştım. İnternet satışlarında da o defterlerden göremedim. 
Bu iki defteri severek kullanacağımı biliyorum ama bolca sayfası olan o tarz bir defteri de elbet bir gün bulup alacağım :p

Bu tarz yazılarda ben alınan defterlerin iç kısımlarını da çok merak ederim, o yüzden defterlerin iç dış resimlerini de çektim. Defterleri zaten yazının başında gördünüz. Hemen başlayayım. 


Boyutu 17x23 olan defter bu kelebekli olan. Bu 300 küsur sayfa olarak geçiyor. Kilitli. 
Anlamadığım tek şey siyah defterin kilidinin kahverengi olması oldu. 


İç kapağı ise bu şekilde. Kapak tarzıyla uyumlu motifler bulunuyor. Bu kısım da hoşuma gitti. 


Ben sayfalarını dediğim gibi boş tercih etsem de çizgili bir defter. Bu şekilde de kullanabilirim diye düşündüm. İç tasarımı da yine nispeten sade ve benzer motiflerin devamı gibi. Bütünlük sağlanmış.  


14x18 olan defter de bana bir parça tasarım olarak minyatür bir Grimm defterini anımsattı. Grimm dizi yorumunu yazdım, birkaç düzeltme kaldı. Yazıları sırayla yayınlıyorum. Orada daha detaylı bahsedeceğim ama o defterlerden bir tane yapmayı kafaya koydum. Bu defter de kilitli. 



Defterin iç kapağı benim kendi defterlerimde süslemeyi sevdiğim şekilde. (onunla ilgili de taslaklarda bir yazı var -_-) Ağaç figürünü çok sevdim. Sonbahar teması da ayrıca hoşuma gidiyor. 


Ek olarak sayfa düzeni de kurumuş yaprakla sonbahar temasını, ağaç budağı şeklindeki sayfa yapısıyla ağaç temasını devam ettiriyor. Bu tarzı da hoş buldum. Bu defter de 512 sayfa civarı. Ama umduğum kadar kalın değil. 

Umarım düşündüğüm gibi güzel şeyler yazmak için kullanırım. Kar küremi bulamasam da, defterler yüzde yüz hayalimdeki gibi olmasa da, hâlâ mutluyum. 

Sevgiler. :*





Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

8 Şubat 2021 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi // Ocak Ayı Raporu ve Şubat Ayı Teması


Merhabalar,
Blogları Canlandırma Projesi'nden ŞU YAZIMDA bahsetmiştim. Ocak ayı bitti bile ve biz ikinci ayın programına geldik bile.  Ocak ayında Umut-Başarı konusunu ele almıştık. 

Öncelikle Ocak ayının raporunu paylaşayım sizlerle:

1- Fulden Ufacık - Sevdalım Hayat (Kitap) 



4- Film Yabancı Dizi Anime ve Kitap - Umut Işığım (Film) 

5- Kitap Tutkusu - Stil 17 (Dizi)

6- One Better Day

7- Kütüphanemden Kitap Manzaraları - Şahane Hayat (Film



10 - Ben Ölürsem Kitap Biter

11- Mini Hanok - I Can Speak (Film) 

12- Mor Düşler Kitaplığı

13- Nabrut - Start Up (Dizi) 

14- Oradan Buradan Her Telden


16- Şemsiyenin altındaki Kız - Akela - The Kargil Girl (Film)


18 - Rüzgarla Birlikte - Umudunu Kaybetme (Film) 


20- Delidumrul  - Güvercin Hırsızları (Film)

21- Çatlak Büyücünün Not Defteri

22- Beş Senede Devrialem - Görev: Mangal (Film) 

23- Sade Soda - The Imitation Game (Film) 


25- Sıradan Bir Kaktüs - Umut Işığım (film)

26- Mustafa Özbek

27- Kendi Dünyasında - Bir Kalp Bin Umut (Kitap)


30- Vintage İnci - Refet (Kitap) 

Şubat temasıyla ilgili kısmı Okurix'ten çalıyorum :p 

"Gelelim şubat ayının temasına. Temamız; Uzak Doğu.

(vikipedi den alıntı yapıyorum)

(Günümüzde genellikle Çin, Japonya, Endonezya, Filipinler, Malezya, Brunei, 

Singapur, Doğu Timor, Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Myanmar (Birmanya), 

Çin Cumhuriyeti (Tayvan), Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka, Kuzey Kore, Güney Kore 

ve Moğolistan Uzak Doğu ülkeleri kabul edilir. )   :)

Uzak Doğu yazarlarına ait kitaplar okuyabileceğiniz gibi, yazarı oralı olmasa

 dahi, uzak doğuda geçen kitaplar da okuyabilirsiniz. 

Aynı şekilde uzak doğu ülkelerine ait film-dizileri izleyebileceğiniz gibi, yapımı 

başka bir ülkeye ait olsa dahi uzak doğuda geçen film-dizi de kabulümüzdür.

(Ne kadar çok uzak doğu dedim)  :)

(Kopya veriyorum; webtoon ya da manga okuyabilir, anime izleyebilirsiniz.)

Şimdiden keyifli okumalar ve keyifli seyirler."

***

Şubat ayı yazlarıyla görüşmek üzere.

Sevgiler... 


Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

7 Şubat 2021 Pazar

Şahane Hayat - It's A Wonderful Life FİLM YORUMU (BCP OCAK 2021)


Merhabalar,
Film yorumu yapmayalı epey oldu, değil mi? :)
ŞU YAZIMDA Blogları Canlandırma Projesi'nden bahsetmiştim. Ocak ayının konusu ise yeni yılda en çok ihtiyacımız olan şeylerden biriydi: UMUT - BAŞARI
Ben bu tema için bir film ve bir kitap seçmiştim ancak kitabı henüz bitiremediğim için yorumu bundan sonra gelecek.

İzlediğim film Şahane Hayat'tı. Önce kısaca künye bilgisi vereceğim, ardından yorumuma geçeceğim. ^^ 


Filmin Künyesi
Film Adı: Şahane Hayat (It's A Wonderful Life)
Süre: 2sa 9dk
Yıl & Ülke: 1946 ABD
Yönetmen: Frank Capra
Oyuncular: James Stewart, Donna Reed, Lionel Barrymore

Bu filmi bu konsept için seçtiğimde, konusu ve görsellerinden zihnimde klasik A Christmast Carol hikayesi canlandı.  O hikayeyi de biliyorsunuzdur muhtemelen, Charles Dickens'ın 1800lerin ortalarında yazdığı Noel hikayelerinden oluşan kitaptaki hikayelerden biridir. Ve inanılmaz kültleşmiş bir hikayedir. Noel denince akla ilk gelenlerden. Ben de bu hikayeyle ilk olarak çocukken Casper çizgi filminin bölümlerinden birine uyarlanmasıyla tanışmıştım. Noel'e inanmayan cimri bir adamın bir gece rüyasında gördüğü hayaletlerle geçmişini, bugününü, geleceğini gözden geçirmesiyle yaşadığı değişimi anlatıyor. O zamanlar bu hikayeyi gerçekten sevmiş, pek çok versiyonunu izlemiştim. Casper'da da ona yardım eden hayalet rolünde Casper vardı. 

Neden bu hikayeyi anlattım bilmiyorum. Belki de filmin gerçekten de bana bu hikayenin uyandırdığı hissiyatın benzerini vermiş olmasıdır.
Yukarıdaki resimde de başlangıcını görebilirsiniz, tam bir Noel havasında yapmışlar jeneriği ve tam eski tarz filmlerdeki defter, kitap, çizim, takvim konseptine uyuyor.


Konuya geçmeden önce birkaç ufak detaydan bahsetmek istiyorum. 
Filmlerin geçtiği mekanları ve mevsimleri incelemeyi çok seviyorum. Bazı mekanlar ve mevsimler beni ayrı mutlu ediyor. Bu film de Bedford Şelaleleri denen küçük bir kasabada geçiyor. Ve mevsim kış. Lapa lapa kar... Noel havası. 


Ayrıca kıyafetleri ve dekoru incelemeyi de seviyorum. Filmin 1940lara ait olması bu dekorları da eşsiz kılıyor. Şu resimde bile neyden bahsettiğimi anlayabilirsiniz.



Şu resim ise hikaye için gerçekten tatlı bir yere sahip. Bir Ay aşığı olarak bunu beğendim. :p 


Bu hikaye George Bailey'nin ve hayatına dokunduğu insanların hikayesi. Olaylar George Bailey'nin hayatından vazgeçmesinden ve onun için edilen dualarla ona bir şans verilmesiyle başlıyor. 

İlk dakikalardaki şu diyalog gerçekten filmin beni ilk yakaladığı yerdi.

-Clarance, dünyada biri yardımımızı istiyor.
-Harika, hasta mı?
-Daha kötü. Umutsuz biri...

En sonuyla ilgili bir ipucu verilerek başlayan film bizi en başa götürüyor. Evet, George Bailey'e yardım edilecek ama kim bu George Bailey? Nasıl biri? Onu bu duruma ne getirdi?


Çocukluğundan itibaren geçmişini ve bu gününü görüyoruz. Tanıyoruz onu. Anlamaya çalışıyoruz. Çocukluktan beri aşırı meraklı, dünyaya ilgisi olan, onu görmek ve fethetmek isteyen bir çocuk. Kitapları, dergileri takip ediyor, haritaları inceliyor. En büyük hayali dünyayı keşfetmek. Ama hayatı öyle bir şekilde ilerliyor ki... 

Sanki birinin hayatını değil de hayallerinin nasıl bir bir elinden alındığını izledim. Hani insanlar çocukken daha pür olurlar ama zamanla bazı şeyleri iyi ve kötüsüyle öğrenirler ya. Yetişkin olmak da buna denir derler. Bu hikaye de biraz öyle. Yetişkin olmanın getirdiği vazgeçişler, insanların sorumluluğunu almak ve bu yüzden hayallerinden uzaklaşmak. Bu beni çok üzdü. Korkularımı canlandırdı sanki. Çünkü benim de en büyük korkum tutkuyla sarıldığım hedeflerim ve hayallerimden koparılmak, onlara ulaşamamak. 

George Bailey de sanki gözümün önünde öyle soluverdi. Belki de ben onun için ondan daha fazla üzüldüm. Kendimi biraz onun yerine koydum sanırım.


Ek bir fikir olarak filmde öne çıkan bir de kitap var. Filmin büyük bir kısmında Clarance karakterinin elinden düşürmediği Tom Sawyer'ın Maceraları kitabı. Bu kitabın rastgele seçildiğini hiç sanmıyorum. Neden bu kitap diye gerçekten düşündüm. Ama kitabı ilkokulda kısaltılmış haliyle okumuştum ve çok hayal meyal hatırlıyordum. Huckleberry Finn isminin o zamanlardan favorim olması gibi. Ama özünce çocuksu merak, macera isteği, bunun yol açtığı başını belaya sokmalar. Ve keşif... Hayatı iyi ve kötü yanlarıyla, kendi el yordamınla keşfetmek. Bu başından beri George Bailey'nin yapmak istediği şeydi. Sanki onun çocukluk haline bir gönderme gibiydi bilmiyorum. Belki çok alakasız bir çıkarım yapıyorum ama bunu düşünmek beni hüzünlendirdi. Neyse devam edelim. 

Film kısa bir film değil. 2 saati biraz aşıyor. Peki ben bu adamın tüm hayatını 2 saat boyunca neden izledim diye düşündüğünüz anda, size bunun nedenini vererek hikayeyi bitiriyor. Gerçekten güzel ve çarpıcı bir son hazırlamışlar. 
Kendinizi düşünürken buluyorsunuz. Hiç düşündünüz mü? Hayatınız boyunca kaç insanın hayatına dokundunuz? Neleri değiştirdiniz? Sadece var olmanız bile bu hayatta neye sebep oldu?

Bir yandan filmin sonunu sevsem de ufak da olsa beni kaşındıran bir şeyler vardı. 
İstediğin hayatı yaşayamıyorsan, yaşadığın hayatı sev diyordu sanki bir nevi. Kabulleniş. 
Buna baş kaldırmak istedim. İtiraz etmek istedim. Bilmiyorum :)

En sonunda film tek cümleyle açıklamak istersem bana Kim Namjoon'un bir sözünü hatırlattı.
 
"The fact that we are still alive is an enough reason to be respected."
"Bir insanın yaşıyor olması bile saygıyı hak ettiğini gösterir."

Sevgilerimle... 



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »