29 Mart 2013 Cuma

Sana Soyundum - Sylvia Day



Kitap Adı: Sana Soyundum
Yazar: Sylvia Day
Orjinal Adı: Bared To You
Çeviri: Ayşe Kaya
Yayınevi: Doğan Kitap
Basım Yılı: Şubat 2013
Sayfa Sayısı: 380
Tür: Yetişkin Romans
Seri: Crossfire Trilogy #1
,Seri Sıralaması: 1- Sana Soyundum
2- Sende Kendimi Buldum
3-Sana Bağlandım



Bu kitap ve yazarla ilgili öyle övgüler duydum ki kitabı çıkar çıkmaz almıştım, ama yorumlamak için o kadar heveslenemedim malesef... 
Kitabın konusundan fazla spoiler vermeden bahsedersek Eva kızımız işe başlayacaktır ve iş yerini işe başlamadan görmek ister ve meşhur Crossfire binasına gider... Tam içeri giderken yaşlı bir teyzenin cüzdanındaki bozuk paralar etrafa saçılır ve fedakar kızımız eğilmiş ona yardım ederken tepesinde dikilen dünya yakışıklısı, harika, ilk bakışta akla yatak getiren über s.ksi bir adam görür. Gideon Cross!! (Klişe! Klişe!)
İkili arasında inanılmaz bir çekim başlar tabi ki... Hiç yabancı gelmedi değil mi?

Aslında yazarın dili hiç fena değil, akıcı, bunu sevdim ama konuyu resmen mahvetmişti... Gideon normalde esmerlerden hoşlansa da sarışın olan Eva'ya tutulur, Eva da daha önce ilişkiler yaşamış olsa da kimseden Gideon kadar etkilenmemiştir. Kitabı köpürtecek olan 3 ana olay vardı ki üçü de resmen katledilmişti!!!

Birincisi iki taraf da travmatik bir geçmişe sahip ama Eva durumu hemen açtı, Gideon saniyenin binde biri kadar sürelik bir tepki verdi ve olay resmen kapandı!! Gideon'un travması olduğunu kabuslarından anladık ama bu olayla ilgili ipucu bile verilmedi ve üzeri kapatıldı!!! Aaa!! Zaten Gideon'un duygularıyla ilgili de hiçbir fikrimiz yok kitap boyunca... 

İkinci olay ikilinin duygusal yakınlaşması olacaktı bana göre ama bu olaydan bir şey anlamadım ben. Resmen kitap boyu yataktan çıkmadılar, 'seni seviyoum'lar uçuştu gibi oldu ama anın yoğunluğunu hiç hissedemedik. Ergence tartıştılar ama ya Eva kaçtı ve Gideon onu yakaladı cup yatak ya da direk yatak! Şöyle oturup adam gibi sorunlarını hiç konuşmadılar! Hayır arkadaşım 50 yıl ıssız adada mı kaldınız? Kurtlar mı büyüttü sizi de saniyesinde daha iki cümle kuramadan yatak?? 
Yani biz duygusal bir yakınlık, bir aşk okuyamadık, üzgünüm!!!

Bence kitabın adında bir eksiklik var. "Sana Soyundum ve Bir Daha Asla Giyinmedim!" olmalıydı kitabın adı...


Üçüncü olay sürpriz eski nişanlıydı! Ben onun da travmatik ve ortalığı karıştıran bir yanı olmasını bekliyordum, ufak bir trip ve kıskançlık oldu; sonra cup yatak mesele halloldu! Yaa, yıllardır süre gelen savaşlar ve adeletsizliklerin meğer bir çözümü varmış da biz bilmezmişiz! Duyun bunları!

Bunları geçtim belki Gideon'un kardeşi Christopher'la veya Eva'nın ev arkadaşı Cary'le ilgili bir şeyler olur dedim ama onlar da yataklı sahnelerle kapatıldı resmen! 
Vay arkadaş, dünya barışının formülünü buldum, açılın!! 
"Savaşma, seviş!" Töbee, tööbe!

Kısacası kitap tam bir hayal kırıklığı ve klişeler abidesiydi!

Kapak konusuna gelirsek üç seçenekten en mantıklısını seçmişler bence haksızlık yapmayalım... 


Ve yine bir felaketten bahsedeyim: Kitabın Dili! Tamam dil akıcı, çeviri de iyi ama   öyle kelime seçimleri var ki beni benden aldı! Bu kadar bayağı kelimeler kullanılamazdı, hele de kadın cinsel organı için kullanılan bir kelime vardı görmez olaydım! Kendisine kelime seçimlerine biraz daha dikkat etmesini salık veririm... 

Hadi gelenekselleşen bir şey yapayım ve seriyi Fifty Shades'le karşılaştırayım. Bir kere kitaplar o kadar benzerdi ki bazı yorumlarda "Ne alaka ki bu iki kitap?" diyenlere şaşırıyorum. Sizin için benzer olması için  sadece karakter adlarını değiştirip aynı kitabı mı yayınlaması gerekiyordu? Gerçi o zaman da "Amaa nesi benzer ki, karakter isimleri farklı işte?" diyenler olacaktır, eminim :) 
Tekrar uzun uzun yazmayacağım, ŞU yazımda yazdığım tüm klişeler bu iki kitapta ortaktır! Yaaa, tam 12 tane!



O zaman farklardan bahsetmek gerekirse Eva sarışın ve ilişkileri olmuş, kafası çalışan, cesur bir kız ama ergen tripleri var; Ana ise esmer, saf, ilişkisi olmamış, sürekli bir sakarlık yapan, kızarıp bozaran buna rağmen her şeye "he" diyen bir kız...
İkisinin de ev arkadaşı var ama Ana efendi efendi kız arkadaşıyla kalırken, Eva'nın iki tarafa da oynayan, erkek bir ev arkadaşı var: Cary... 
Fifty'de BDSM varken, Crossfire'da yok ama çoğul ve eşcinsel ilişkiler sıklıkta...
Bir de Fifty bundan daha çok duygu hissettirmişti...
                       Fifty'deki aşırı tekrarlar burada yok, daha özet geçmiş Sylvia abla :)

Benim tespitlerim buncaaz yani düşünün... 

Puanım:♥♥♥


,Gelelim gelenekselleşen diğer bir olayaaa: Gideon kim olur? Nette Henry Cavill'i yakıştırsalar da ben mavi gözleriyle ve güzel fiziğiyle David Gandy'i uygun gördüm. David Gandy'i Gabriel Emerson olmaya layık görenler olsa da bence Henry Cavill Şu yazımda  yayınladığım resimleriyle Gabriel de olurmuş. Bu ikili kendi aralarında değişse de çok üzülmem ama Christian Grey, Matt Bomer'dan başkası olursa cidden yazık olur... Evet benim hayalimdeki Gideon Cross şudur!:  







"Özel asansöre bindik. Kapılar kapanırken Gideon bana döndü ve derhal elbisemin büstiyerini yukarı doğru çekiştirmeye başladı. 'Dikkatli olmazsan,' diye uyardım. 'Üstten çeke çeke k.ç.mı açıkta bırakacaksın.'


"İnsanın etrafının onu gerçekten görmeyen ya da görmemeyi tercih eden kişilerle sarılı olmasının yarattığı yabancılaşmayı anlıyordum. Olmayı istediğim ama olmadığım birilerini oynamak, bir sahtekar gibi yaşamak yüzünden benim de kendimden nefret ettiğim oluyordu. Ben de, sevdiğim insanların içimde saklı olan gerçek insanı tanırlarsa beni bırakıp gidecekleri korkusuyla yaşamıştım."


Seriye devam etmeyi aslında pek düşünmüyordum ama Scala Kitapçı'dan kazandığım indirim çekiyle daha ilkini okumadan 2. yi sipariş etmiştim... Şimdi mecbur 3 de yarım bırakmamak için okunacak, çünkü yarım bırakmayı hiç sevmem, umarım seri saçma havasından kurtuluyordur devamında... Sevgiler... 
Devamını Oku »

27 Mart 2013 Çarşamba

Okuyan Kızlar Kulübü - Blog Günleri


Ayın en güzel günüdür; hani okuldan falan eve gelirsiniz kapıda mis gibi bir koku karşılar sizi, bir de bir uğultu... Evde bilimum komşular, teyzeler... Toplanmışlar bir yanda çaylar, kısırlar, poğaçalar; bir yanda hummalı bir muhabbet... Siz çocuk aklınızla muhabbete bakmaz tabağınıza tepeleme yiyeceklerden doldurur, kafanızı kaldırıp konuşan kadınlara bakarsınız, tabağınıza yumulursunuz... Tatlı günlerdir bunlar... 

İşte Okuyan Kızlar Kulübü olarak bu tatlı anıları kitap aşkımızla birleştirdik ve BLOG GÜNLERİ diye sevilesi bir şey attık ortaya... 



Aynı altın günlerindeki gibi önce bir çekiliş yaptık ve her aya bir kişi gelecek şekilde sıralandık... Her ay bir arkadaşımıza bir kitap + yanında  minik hediyecikler göndereceğiz...  Hoş ve ufak paylaşımlarla mutlu olacağız... Arkadaşımız da hediyeleri ayrıntılı resimlerle paylaşacak... Hepimiz heyecan doluyuz ve çok eğleneceğimize yürekten inanıyoruz.

Sadece Okuyan Kızlar Kulübü değil iki de tatlı arkadaşımız eşlik edecek bize... Tuğçe'nin Kitaplığı ve Küçük Kızın Büyük Kütüphanesi... 



Gün Takvimimiz şöyledir: 

Nisan: Fighting!!!
Haziran: Kitap Tutkusu
Temmuz: Pudra Tozu
Ağustos: The Reading Lady

Bizden Ayrılmayın... :)
Devamını Oku »

21 Mart 2013 Perşembe

Yetişkin Romans Klişeleri



Bir tür meşhur olduğunda sanki bir gecede yazılmışcasına benzerleri türer bir anda. Ben hatırlarım Twilight'tan sonra kitapçılarda bir anda vampir serileri türemeye başladı. Tamam, vampir kitabı yazan yok muydu daha önce? Tabi ki vardı ama Twilight bir anda büyük bir popülarite kazandı (kitapları o çılgınlık zamanından önce okuduğum için hala sevinirim.) Bu başarıdan sonra kitapçılara gittiğimde kitapların yarısının vampirleştiğini görmüştüm. Ve hepsi de benzer konuları işleyen vampir-insan romantizmi modunda kitaplardı...

Sonra Muhteşem Yüzyıl dizi oldu. Bir gecede gökten Kanuni-Hürrem kitapları yağdı sanki... Bu sefer Osmanlı motifleriyle bezendi kitapçılar. Sadece Kanuni-Hürrem değil o dönemdeki diğer meşhur aşklar da gündeme geldi... 'Vay arkadaş,' demiştim o zaman. Siz bu kitapları bir gecede mi yazdınız yoksa yazıp 'Aman da elbet bir gün bu tür meşhur olur o zaman sürerim piyasaya?' diye hazırda mı tutuyordunuz... 

İşte bu popülarite benzer kitapları türetti bir anda. Bir dönem Mevlana-Şems dönemiydi mesela. Her yazar kendi üslubuna göre bir Mevlana-Şems romanı yazdı. Sonra düşmüş melekler derken şimdi de yetişkin romanslar ivme kazandı. Fifty Shades serisiyle bu tür adını çokça duyurdu. Tabi yayınevleri de bu pastadan bir dilim alma yarışına girdi (bu deyimi kullanmanın hayaliyle yaşıyordum hep, yaşasın. :)

Efendim uzun bir girizgah oldu ama hoşgörün çenem düşüktür biraz. Ben de bu türden bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar da olsa okudum ve sıra geldi bilmişlik taslamaya… Tamam, hemen burun kıvırmayın canım, 2 kitap okumakla uzman mı kesildin diye? İyi yanından bakın demek ki türle ilgili konuşmak için 2 kitap bile yetmiş bana :p

Buraya kadar bana dayandıysanız gerçekten yürekten teşekkür ediyorum...Gelelim tespit ettiğim klişelere…

1
Öncelikle tercihen 30 yaş altı, kızımıza inanılmaz aşık, dayanılamayacak kadar yakışıklı, genç yaşta milyoner, çekicilik ve cinsellikten göz kamaştıran uzun boylu, yapılı bir erkek karakter lazım tabi ki... Bence bu tarz erkek içeren kitaplar fantastik kitap kategorisine konulmalı... Yazık, kuşların ekmek sanıp sakızlara atladığı gibi onları gerçek sanıp bekleyen kızlar var... (Hayır canım, ne münasebet; tabi ki ben değilim o... :p -çaktırmadan havaya bakarak ıslık çalmak-)

2
Ee, böyle bir adamcağız yalnız mı kalsın aşk olsun, ne kadar fenasınız... Kızımız tercihen sıradan. Bazı yazarların bakire, saf kız takıntısı var; bazıları daha özgür hatunlar yazıyor ama bu kızların ortak yanı sıradan, zengin olmayan, halktan birileri olmaları... Kızlar kendileri bile anlamayıp "Bu Yunan heykellerinden bozma ilahi varlık bende ne buldu hacı?" diye düşünüyorlar... Bir de kıza onlarca erkek aşıktır ama kız farkında değildir... Sonra bu sıradan kızın gözü de bir anda açılır...  (Hayır canım, sıradan kız falan deyince daha da ümitlenmedim ne münasebet! -ıslıkla Kill Bill çalma çabaları-)

3
Eski bir çarpışma klişesi vardır, herkes bilir. Genç kız ve delikanlı bir köşede çarpışırlar, kızın elindeki kitaplar dağılır. Oğlumuz gayet centilmen bir tarzda kızın kitapları toplamasına yardım eder ve ikili göz göze gelirler ve ta-daa, Yıldırım Aşkı!!! Heh, işte bu tarzda tanışma klişesi, kızımızın oğlumuzun ayaklarının dibindeyken adamla tanışması... Ya, ya böyle doğan aşklar var arkadaşlar... Kızlar bir şekilde kendilerini kaideleri üstünde yerde buluyorlar ve bir çift gıcır gıcır seksi ayakkabı görüyorlar. Seksi ayakkabı nasıl oluyor demeyin, adamların seksi olmayan tek bir tüyü bile yok! Tamam, ben de zamanında vapurun güvertesinde kayıp düşmüştüm ve yüzünden seksapalite akmasa da uzun boylu ve yakışıklı biri benim kalkmama yardım etmişti ama hiç bir elektriklenme olmadı. Ben utanç ve 'Vay be, ayağım kırılmamış; yaşasın!' gibi karışık duygular içerisindeydim yani.. Sonuç olarak bu klişe bende işe yaramadı. Bir dahakine birinin ayakkabılarına kapanmayı denemeliyim sanırım... Umut, umuttur sonuçta... 

4
Tanışma sözü... Oğlumuz ve kızımız arasında öyle bir kıvılcım çakar ki bıraksanız tüm Amerika'yı aydınlatır yani. Ve oğlumuz tüm bu mükemmele yakın özelliklerine rağmen ne tür bir ihtiyaç içindeyse kızımıza ilk lafı: "Seni becermek istiyorum." olur. Tövbe Yarabbi!.. Bir adımızı neyimizi sorsaydık, bebeğim? Hayır, gerçek hayatta hangi kız böyle diyen bir erkeğe bir tane çakmaz, ya da çığlık atmaz 'İmdaaat!' diye. Heh işte, bizim kızlar söylemiyor böyle bir şey... Kızımız bildiğiniz ayakta tatmin oluyor bu lafla, pardon poposu üzerinde oturduğu yerde, hani bir üst maddede yere düşmüşlerdi ya... Tamam, yakışıklısın falan ama aslanım, önce tanışsaydık? Islak terlikte vurmak lazım öylelerinin o seksi(!) ağzına...

5
Israrcılık ve de kontrol... Normal şartlar altında birinin peşinden koşuyorsanız, birkaç kere reddedildikten sonra "Eeeh, senden çok var!" ya da "Türklerin bir sözü var: Fazla naz aşık usandırır, bebeğim." diyerekten vazgeçersiniz değil mi? Yok anacım bu adamlar tanışmada kullandıkları sözden vazgeçmiyorlar. Gayet sapkınca da olsa "Seni istiyorum ve ben istediğimi alırım!" diyorlar. Gayet kontrolcü, obsesif ve de kompulsif oluyorlar. Önlem konusunda da aşıyorlar. Hatunların kullanacakları arabalardan, gidecekleri güzergahlardan giyeceklerine, ne yiyeceklerine kadar her şeyi belirliyorlar. O hatunlar o kadar kontrol ve kısıtlamaya dayanıyorlar ya tebrikler, benden size bir buket çiçek... (Öyle adam bulsan sen de dayanırsın dediğinizi duyar gibiyim. Aşk olsun... - Elleri önde birleştir ve gökyüzüne bak-)

6
Hediye Gönderme... Kızımızla tanışan oğlumuzu kim tutar artık! Oğlumuzun ilk işi kızımızı düşündüğünü gösteren, onun zevkine uygun hediye göndermek tabi. Tercihen bu hediye özel kuryeyle ve de oğlumuzun kartı + düşünceli notuyla birlikte gelir... Kimi akşamdan kalma kıza iyi gelecek bir içecek gönderir, kimi kızın hayranı olduğu klasik yazarın kitaplarının ilk basımını! Oha mı dediniz, çok ayıp! (Bana kitap alan bir erkekle olmak mı? Ne münasebet, ben kendi ayakları üzerinde duran bir bayanım bir kere!) Hediyeler araba, kıyafet, takı, tatil vs diye devam eder... Yaa, yurdum erkeği kadınıyla alışverişe bile gitmekten ölesiye tiksinirken, bu adamlar kendileri hatunlarına kıyafet seçiyorlar. Duyun bunları duyun. (Ben kıyafet alışverişini sevmeyen yüzkarası bir bayan olarak belki bir erkeğin bu huyunu sevebilirdim ama adam ne giyeceğimi belirleyecek kadar kontrol hastası! Ayy, istemez istemez! - Hangi renkler bana yakışır sence canım?- )

7
Oğlumuz yılların Dekkoboyudur bir kere. Zaten o harika görüntüsü dışında inanılmaz zekası ve bir sürü hobiyle aynı anda ilgilenecek kadar büyük yetenekleri vardır. Yaa, resmen bizim hakkımızdan alınmış adamlara eklenmiş! İyice sinirlendim şu an... Düşünün bunların aynı anda piyano çalıp, helikopter-uçak kullanıp, tekne de kullanabileni var... Kendimizde eksik bulduğumuz yanların kime gittiği belli oldu değil mi şimdi? İşte bu oğlumuz yılların Dekkoboyu, kadınlarla oynayıp atan, tek gecelikten başka ilişki kurmayan oğlumuz bu kızı bir görür kulu, kölesi olur... Ve yine klişe olarak bağlanma sorunları olan ve ilişkilerdeki acımasızlığıyla ünlü oğlumuz kuzu olur kuzu... (Eee, bu kızın numarası ne arkadaş? Bizde neden olmuyor? Zaten benim için kişiliğinden ödün veren, hemencecik değişen erkeği ne yapayım ben, değil mi kızlar? Hıh der saçlarımı savururum... )

8
Hey, unutmadan bu erkek resmen bir makine gibidir yatakta. Resmen kitap boyunca 2 başı, tek vücudu olan bir karakter okur gibi olursunuz. Adamlar öylesine tek vücut yani kitap boyunca... Gecede bir kaç milyon kere sevişirler falan. Buna rağmen birbirlerini gördükleri an tekrar hazırdırlar, hiç bıkmazlar birbirlerinden... Tamam, bu yetişkinlere yönelik bir kitap, olacak tabi dediğinizi duyar gibiyim. Ama hiç mi acıkmaz, uyumazsınız siz? Bizim çamaşır makinesine bile günde birkaç kere çamaşır atmaya kalkınca su koy veriyor... Bir de ilkler olayı vardır. Bunlar her şeyi ilk kez birbirleriyle yaşarlar, dipnottur :)


9
Her şey mükemmel gidiyor gibi değil mi? Hadi ortalığı karıştıralım... İki tarafın veya sadece erkek tarafının bir geçmiş travması vardır arkadaş. Ve bu travma %90 cinsel bir travmadır. Ve bu taraflar mütemadiyen korkunç kabuslar görürler, geceleri çığlık çığlığa bağırırlar, diğeri onu teskin etmeye çalışır... (Bu maddede kendimi savunma gereği bile duymuyorum... -dudak kenarında ufak bir gülümseme-)

10
Aile hayatı olarak genelde kız tarafının ailesi ayrıdır ve kızımız ev arkadaşıyla kalmaktadır. Vay arkadaş, annesi babası başında bir aile karakteri okumayalı zaten çok oldu, sadece bu türde değil. Sonra kesinlikle üvey bir taraf vardır... Neden mi? Ben de bilmiyorum :(

11
Potansiyel Klişe: Son zamanlarda yeni bir klişe türemeye başladı ve çoğu yazar bunu hevesle kullanıyor... Dudak ısırma... Yaa, dudak ısırınca kadınlar seksi görünüyormuş bebişlerim, hadi o zaman dişler dudaklara...  Hayır, bir olur, iki olur çekici bulur erkek anlarım. Kız kitap boyunca eli yüzü eğik dişi dudağında gezdi, adam da her seferinde baştan çıktı. Bu işler bu kadar kolaymış meğerse...  Ki bence itici ya... Hadi hayırlısı... 

12
Tamam biliyorum çok uzattım. Yazının bu kısmına geldiyseniz telefon ve adres gönderin hediye göndereyim :) Son klişem de kitapların kapakları tabi ki!.. Kravatlar, kelepçeler, kol düğmeleri, kemerler, anahtarlıklar ve bilimum erkeksi obje! Ki uzaktan görseniz polisiye sanarsınız bu kitapları... Yorumsuz... 

Evet, şimdilik izlenimlerim böyle... Bunlar benim kişisel izlenimlerim, katıldığınız veya katılmadığınız kısımlar tabi ki olabilir...  Okuyan herkese kucak dolusu sevgiler, öpücükler... 

Devamını Oku »

19 Mart 2013 Salı

Yalnız Gözlerin İçin - Fatih Murat Arsal



Kitap Adı: Yalnız Gözlerin İçin
Yazar: Fatih Murat Arsal
Yayınevi: Ephesus Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 776
Tür: Günümüz Aşk

Dört zorlu arkadaşın hayatlarının aşkını buluşlarını anlatan isimsiz seri:

1- Nefretten Sonra - Tamer&Natalia (YORUM İÇİN TIK)
2- Seni Sevmek İstemedim - Doğan&Pınar
3- Yalnız Gözlerin İçin - Tahir&Güney (YORUM İÇİN TIK) 
4- Beni Bırakma - Gamze&Akın




Kapak: Her fırsatta Ephesus'un kapak konusunda çok iyi olduğunu söyler dururum ama malesef bu kapağı pek sevemedim. Hele çok uzun zaman beklediğimiz ve çok sevdiğim bir yazarın kitabının kapağının özensiz olması beni çok üzdü :( Gerçi o kadar bekledik ki artık çıksın da kapaksız çıksın kıvamına geldiğimiz için çok da kafama takmamaya çalıştım. :)

-Yorumum spoiler içermemektedir, can alıcı kısımları asla içermemektedir.-
 ---

Tahir ve Güney! Nerede kaldınız? Sizi öyle bekledim ki :( Neyse ki 800 e yaklaşan sayfa sayısıyla kendinizi affettirdiniz. FMArsal Men Club diye bir kulüp var, ben koydum ismini oldu :D 
FMA erkeklerinden bahsedeceğim önce biraz. Bu erkekler mütemadiyen upuuuuzun boylu, kendilerine göre yakışıklılıkları olan, kaslı, esmer, sahiplenici, mert erkekler olurlar. Yani benim ve bir çok kızın hayallerindeki gibi :) FMA Men Club yazısı yazmaya karar verdim şu an... Bir ara bu erkeklerin ortak ve kendilerine özgü özelliklerinden ayrı bir yazıda bahsedeceğim. Şimdi kitap yorumuma geçiyorum :)

Tahir, FMArsal erkekleri içinde Osman gibi en ağır abi olanlardan... Fırtına öncesi sessizliği var kendinde... Diğerlerinden sadece birkaç ay büyük olmasına rağmen diğerlerine abilik yapanlardan... Şakaklarındaki kırlıkla çekici görünen Güney'in deyimiyle Koca Adam...  

Güney ise yine dingin ve suskun kızlarımızdan... Genç yaşta olgunlaşmak zorunda kalan yaralı insan dinginliği onunki... İnsanı sakinleştiren masmavi, duru gözleri ve beyaza yakın uzun sarı saçlarıyla çok ilgi çekici bir kızımız... 

Güney kardeşi Cihat'ın bir terörist yuvasında öldürülmesine asla inanamıyordu. Kardeşi gibi daha çocuk sayılacak ve de iyi birinin terörle ne işi olurdu ki? Hastanede bu haberi aldığında onu kurşunlayan adamın da hastanede yattığını öğrenmişti. Künyesinde Tahir A. yazan, suçsuz çocukları gözünü kırpmadan öldüren bu adamdan intikamını almalıydı!  

İşte bu ahval ve şerait altında bu hikayenin ağırlığı olan ve de dokunaklı bir hikaye olacağını düşünüyordum ben... Ki başlar hariç beni yanıltmadı da. Bu kitabı okuyuşumu bir araba yolcuğuna benzetirsem önce tam gaz yokuş aşağı indim, ardında uzun bir yokuş çıktım ve sonra tekrar yokuştan indim diyebilirim :) 
Karakterlere bakarak olayların çok ağır ilerleyeceğini düşündüm ben, hele de 800 sayfa civarı olunca olaylar bayağı yayılmıştır diye düşünüyordum. Yazarımız yine şaşırttı beni! Olaylar o kadar hızlı gelişti ki ilk yarıda, resmen başım döndü! Hiç beklediğim gibi değildi... 

Sonra olaylar arapsaçına döndü ve ben bir yokuştan yukarı çıkar gibi hissettim... Yokuş diyorum çünkü öyle üzücü şeyler oldu ki zorlandım o olayları takip etmekte, içim öyle kötü oldu ki... Yazarın bana her kitapta oynadığı bir oyun daha var, kitap sonlarına doğru hep: "Yaaa bunca şeyden sonra bunlar nasıl bir araya gelecekler bir daha?" diye soruyorum umutsuz bir şekilde... Ama öyle şeyler oluyor ki, sonunda yine şaşırıp kalıyorum... 
Tabi aynı oyun bu kitapta da oldu. Olaylardan sonra ben bile güven sorunları yaşadım, daha bunların birbirlerine güvenmeleri imkansız derken buldum kendimi. Sonra kendimi üze üze tırmandığım (üzücü olaylar nedeniyle) o yokuştan öyle bir kaydım ki uhuuu neler oldu, neler? 

Kısacası kitabın cidden kendine has bir ağırlığı vardı! (Okuması zor anlamında değil, hikayenin etkileyiciliği konusunda)
Yine beni yanıltmayan harika bir FMArsal kitabıydı...

Kitabın yazarın kendi hazırladığı kapak çalışması, orijinal kapaktan daha güzeldi diyebilirim...




 An itibariyle Kütüphanemden FMArsal Kitapları Manzarası şöyle:  "Mutluluğun resmini çizemem ama çekebilirim... :)"


                Tek dileğim e-bookların da kitaba dönüşüp bu üçlünün yanındaki yerini alması... 

                                                                 Puanım:  (En güzelinden...)

                                                                              Alıntılar: 

Bilmiyorum. Bu çok zor," diye mırıldandı Güney.
Ahmet Bey: "İnan bana değil. Sadece bekle. Sevmek için acele etme. Doğru erkeği bekle. Seni şu mahzun görünümlü, insanı etkileyen bakışların için bile, Yalnız Gözlerin İçin bile sevecek bir erkek bulabilirsin..."

---

"Nasıl? İşinden memnun musun Güney?" diye sordu (Tamer) rahat bir tonla.  (...) "Belki de Tahir'in yanında sormamalıydım. Onun ne kadar zor bir adam olduğunu emin ol biz de biliyoruz..."
Tahir ters bir bakışla uzanıp genç kızın tabağından peynirli bir börek aldı, "Aferin... İyi ki arkadaşımsın..." diye homurdandı. 

---

Tahir: "Evinin yandığına o kadar sevinmiştim ki... Gerçekten! (...) Yeniden benim yanıma taşınman   harika bir olaydı. Ev sensiz bomboştu. Bir daha o günleri yaşamamak için her şeyi yapabilirdim."
Güney kıkırdadı. "Evimi sen yakmadın değil mi?"
Tahir'in gözlerinde şeytani bir ışık yandı söndü.  (...) " Aklıma gelseydi... inan ki önce ben yapardım."

---

        "Sevgi göreceli bir kavram Güney Hanım.  Her kadın sen gibi değil. Çoğunluğu, ihtiyaçları 
                              karşılandığı sürece bir erkeği sevdiğini zannetmeye hazırdır..."
                                                        (Aşk olsun Tahir:( Üzüldüm... )

---
Tahir hafifçe gülümsedi arkadaşlarına. "Neden diye mi sordunuz bana? (...) Yalnızca gözleri için dostlarım... Yalnızca o güzel gözleri için..."

---

Doğan'ın düşünce balonu: " Evet, Güney çoğu kadından çok daha özel bir kadındı. Ama her şeye rağmen içinde öfke ve nefret barındıran bir kadındı. Kendisi olsa, asla böyle bir kadını yanında barındırmazdı. Aşkından ölse, böyle bir kadına sahip olmak istemezdi.

Benim düşünce balonum: "Ah be Doğan şu kitaplarda söylediğin tüm sözleri sıra sıra nasıl yedin sen öyle ya. Türklerin bir lafı vardır canım: Büyük lokma ye, büyük söz söyleme... Heheh! :)"


Devamını Oku »

18 Mart 2013 Pazartesi

Benherneysemo'nun Ramenle İmtihanı



-Hayalim böyleydi tabi-


Aslında bu postu haftalar önce yazacaktım, sonra nedense vazgeçtim... Şimdi aklıma esti ve ilk ramen deneyimimi tüm rezilliğiyle anlatmak istiyorum... :)

Malumunuzdur ki özellikle Kore dizileri izleyenler bilirler, adamlar siz saf saf ekrana bakarken iştahla, şapur şupur ramen yerler... Yüz ifadelerine ve yiyişlerine bakarken bu ne menem bir şey ki adamlar böyle yiyor, kendinden geçiyor diyorsunuz. Aynı benim çiğköfte yiyen halim gibi :p

Ramen nedir diye mini wikipedia'lık yaparsam, kolay haşlanan bir tür erişte ve içine bazı malzemeler katılarak, sulu bir şekilde pişirilmesiyle oluşturulan bir yemek... 

Bir gün gaza geldim, "Ben artık bunu yemeliyim!" dedim. Biraz da internette araştırma yaptım yiyenlerin %95'i şikayetçi. Mide ağrısı yapmasından, tadının kötülüğüne kadar. Kır dizini, otur, vazgeç değil mi? Yok illa kaşıncam ben! Bir de artistlik: "Belki çok beğenicem ben?" diye. Kötü de olsa tadını bilmeden ölmek istemedim. Ki o gün evden çıkacak durumda da değilim, abime telefon ettim gelirken ramen al diye. Tepki şudur: "Ney!" Tabi anlamadı garibim. Ben de derin izahatlarda bulundum, nedir, hangi reyonda bulunur vs. 


Ben Leader istemiştim ama markette Kungfu marka varmış ve de tek çeşidi. Neyse artık hafif hayal kırıklığı "O olsun madem." dedim. Öylesine gözüm dönmüş :D Bir de bir erişteye göre gereksiz pahalı bunlar ya, onu da ekleyeyim...

Neyse geldi, evdekiler bana burun kıvırarak bakıyorlar tabi. "Ayy onu mu yicekk?" diye... Bu kadarla kalsa yine iyi: "Her gördüğüne ne diye özenirsin?" gibisinden laf sokmalar da geliyor ama ben kutuya sarılmışım, "eheheh!" diye salak bir gülümsemeyle hazırlık çalışmalarına başladım... 


Kutunun içinden çıkanlar şöyle... Erişte, çatal, baharat paketi ve kurutulmuş sebze paketi. Tabi çubuk meselesi hiç aklıma gelmedi, çatalı görünce yıkıldım resmen. Şuan çubuğum yok ama kısa vadeli hayallerimden biri de bir çift çubuk edinmek. 

Baharatın hepsini koymadım, ağır olur diye düşündüm. Yarısından da azını koydum. Sebze paketini de koydum, sonra kutudaki sınıra kadar sıcak suyu koyup zaten yarım açtığım paketin ağzını kapattım ve bekledim. Hazırlarken suratımda iki ifade var, biri hala o salak sırıtış; diğeri de bir bilimadamı titizliği. Görseniz atom bombası falan yapıyorum sanır, öyle bir ciddi çalışma. Sanki tek yanlış hareketim hepimizi havaya uçuracak. Hayır, ortada psikolojik bir baskı da mevcut. Aile bireylerimin hepsinin gözü üzerimde. "Ne diyim ben sana?" bakışı var hepsinde... 


Bir hevesle tadına bir baktım. İlk lokma beklediğim gibi değil, ben harika bir şey bekliyorum çünkü ama çok kötü de değil. Bizimkilerin gözü bende ya kötüleyemiyorum da "Mmmm..." yaptım şöyle bir. Hani ikiyüzlü yemek programı sunucuları vardır ya. Biri yemek yapar onu tadar da harika harika diye aptal yüz ifadeleri yapar, aynen öyleyim... Bizim de gururumuz var sonuçta!

Ama 2-3 derken 4-5. lokmada tadı dayanılamayacak kadar kötü gelmeye başladı. Neyse dedim gideyim yan odada yiyeyim siz bana böyle bakınca keyfimi kaçırıyorsunuz. Ne demiş atalarımız: Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Baskın basanındır :D 

Yan odaya gittim ama yiyemiyorum, mümkünatı yok. Sonuç olarak sadece yarısını yiyebildim. Ve 1 saat geçince mide ağrısı başladı mı? Mide ağrısına bir şekilde dayanırım ama baharatı ki düşünün yarısını bile koymadım, inanılmaz ağır geldi! Resmen nefesimde, üstümde başımda baharat kokuyor. Resmen 1 gün o koku burnumdan gitmedi! 

Kendime gelmem bir günümü aldı ama ben akıllandım mı akıllanmadım! Bunun markası, bunun türü diye mırın kırın ediyorum hala. İlerideki hedefim diğer türlerini denemek, diğer hedefim ise Türk işi ramen tariflerine bakmak ve kendi damak zevkime azıcık yakın bir ramen keyfi yaşamak. Tamam biliyorum ben akıllanmam, biliyorum benden adam olmaz, biliyorum bana müstehak. İyi madem öyle görüşürüz :) Sevgiler...


Devamını Oku »

17 Mart 2013 Pazar

Beyaz Cumartesi #2 Viyana'da Randevu- Deirdre Mardon



Kitap Adı: Viyana'da Randevu
Yazar: Deirdre Mardon
Yayınevi: Gelişim Yayınları - Beyaz Dizi
Sayı:Gelişim 337
Sayfa Sayısı: 160
Tür: Aşk-Romance / Beyaz Dizi

Astrid, evine birilerinin girmiş olduğuna emindi. 
Gerçi bütün eşyalar yerli yerinde duruyordu, 
ama genç kadının güçlü sezgileri 
ortada bir şeyler döndüğünü fısıldıyordu.
 Her nasılsa bu sezgiler, 
Derek McKenna ile karşılaştığında sanki uykuya dalmıştı.
 Genç kadın, bir iş yemeğinde tanışmıştı Derek'le. 
Ta ki her şeyin acımasız bir senaryo olduğunu anlayana dek, 
bu tesadüf yaşamının en güzel anlarını yaşatacaktı ona. 
Ne yazık ki, bu senaryonun sonraki sayfalarında
 Astrid'in rolünün nasıl gelişeceğini bilen yalnızca Derek'ti.


Yorumum:
Öncelikle kızımızın hali resmen içler acısıydı. Bir yanda Alzheimer teşhisi konmuş, kendini sürekli zor durumda bırakan bir baba. Diğer yanda onunla ilgilenmekten başka hiçbir özel hayatı kalmamış, bıkkın bir hala. Bir yanda da  taştan hallice donuklukta, tuhaf, kızımızın babasının eski yaşantısı gibi laboratuvar faresi bir sevgili... Ki bu sevgili Tom da hiçbir şey söylemeden bir anda ortadan kayboluvermiş. 

Kızımız kısaca canından bezmiş ama arada da bir artistlikler. Hele halasına çıkışması hatunun beni deli etti. Astrid yani kızımız tek yaşıyor. Babası ve halası ayrı evde. Bizim bakışla bakıp: "Otur, kır dizini halana destek ol. Baban o senin, baban!" diyesim geldi. Kızımız neden ayrı eve çıkmış orası bir muamma. Kültürel açıdan normal, kabul. Ama babanın hasta olması ve ona bakacak kimsenin olmaması bunu anlaşılmaz kılıyor. 

Neyse Astrid'i yeterince gömdüğüme göre gelelim Derek'e. Derek üniversitede hoca ama part time ajanlık yapıyor:p Astrid bir iş yemeğinde tesadüfen Derek'le tanışıyor ve ikili arasında da bir çekim oluyor. Ama Derek'in araştırması gereken şeyler var, hem de Astrid'le ilgili. İşler karışık yani... 

Ve bir gün Astrid'in ortadan kaybolan sevgilisi Tom'dan telefon geliyor. Kızın evinde bıraktığı boş kasetlerle gel de Viyana'da buluşalım diyor kıza. Bizim salak kız da "Aa, bu Tom ortadan kaybolduydu, biz doğru dürüst 'ayrılalım' konuşması yapmadık. Telefondan da söyleyemem ayıp olur, kasetleri de alayım, neden istedi onları hiç de şüphelenmeyeyim, hiç üşenmeden de Viyana'ya gideyim." diyor. Düşünün ne tür bir salak bu kız... 

Okurken malesef sıkıldım, çünkü kızımızın tavırlarını çok ama çok salakça buldum. Derek de silik bir erkekti, sonlarda biraz aslan kesildi o kadar...

Bence bu kitap "Gelişim Serüven" kategorisine konulmalıydı, çünkü aşktan çok polisiye yönü vardı ki onu da sevmedim ben. Sıkıcıydı anacım... 

Puanım: (2,5'tan) ♥♥♥
(Beyaz diziler kendi aralarında değerlendirilmektedir.)



Devamını Oku »

12 Mart 2013 Salı

Ademden Önce ve Aşkın Metafiziği - Kısa Kısa #8




Kitap Adı: Ademden Önce
Yazar: Jack London
Orijinal Adı: Before Adam

Lise kütüphanesini keşfedip oraya dadandığım günlerde okumuştum bu kitabı. Bence felsefi değeri olanlardan... Evrim teorisini temel alan bir kitap esasında. Ama aa Darwin diye bir adam çıkmış evrim teorisi atmış ortaya, ben de akademik bir yazı yazayım gibi bir şey değil.

Evrim teorisi gerçek olsa, biz gerçekten evrimleşmişsek, ilk insanların hayatı nasıl olurdu? temelli bir hikaye aslında. Ben hikaye olarak ele aldığım için çok ama çok beğenmiş ve etkilenmiştim. Yani akademik bir şey değil bu, yanılmayalım... 

Oldukça maceracı bir anlatımı var. Atalarımız eskiden... konulu yani. 

Kitap karakterimiz İri Diş (yanlış hatırlamıyorsam), onun yaşantısı anlatılıyor gibi ama onlar ele alınarak; o dönemin toplumsal yaşantısı, cinsiyetler arası ilişki, medeniyetin gelişmesi gibi olgular anlatılıyor. 

Ağaç adamları ve ateş adamları var... Ateş adamları düşman taraf, sadece bunu hatırlıyorum. Ağaç adamları ise güvenlik için ağaç tepelerinde yaşıyorlar. 

Aklımda o zamanlar beni etkileyen şu tespit kalmış, hala hatırlarım:

İnsanlar o dönemde tehlikelerden korunmak için ağaç tepelerinde yaşarlardı. Ve doğal olarak en büyük korkuları o yüksek ağaçlardan aşağı düşmekti. Çünkü bu kesin ölüm anlamına geliyordu!

Günümüz insanları yani biz oluyoruz rüyalarında yüksekten düştüklerini görürler. Bu ağaçtan düşmeyen insanların korkularının bize genetik olarak miras bırakılmasıdır der yazar. Ancak bu rüyalarda yere çarpmadan uyanırlar. Çünkü bu ağaçtan düşmeyen insanın korkusudur. Ve onun korkusu olduğundan kendisi henüz yere düşmediği için bu kısmı bilmez.   

Ve bu korku genetik olarak bize ulaşmıştır... 

Kısacası kitap o dönemle ilgili bence bir akıl yürütme olduğu için okurken oldukça keyif almıştım. Tavsiye edilir :)

Puanım: 


Kitap Adı: Aşkın Metafiziği
Yazar: Arthur Schopenhauer

Yine lise kütüphanesinde keşfettiğim bir kitaptı bu. Psikoloji, felsefe, sosyoloji gibi sosyal bilimlere açlığımı doyurmaya çalıştığım yıllardı.  
Kendimce kitabı şöyle özetleyebilirim:
"Aşk aslında insanın üremek için doğru insanı seçme eylemidir."

İnsan üremek ve soy devamı için en doğru kişiyi arar. Aslında aşk denilen şey de bu insanı bulduğunuzda ortaya çıkan bir kimya. Üreme işini zevkli kılmak için sanırım:p
Ve aşk bir amaç değil araç. (Hep bu kalıbı kullanmak istemişimdir:)
Asıl amaç her zaman üremek/soy devamı ve bunu en doğru şekilde yapabilmek... 

Kendisine malesef ki katılamamıştım ve hala katılmıyorum. İnsanların gen havuzuna katkıdan daha önemli bir işe yaramalarını istediğim için belki, belki de romantik mizaçlı bir insan olarak aşkı bu kadar basite indirgemek istemediğim için... 

Kitapta o yıllarda bunu çıkartmıştım. Belki yanlış, belki doğru... 
Belki şimdi okusam bambaşka düşüneceğim, bilemiyorum. Ben kendisine katılmasam da okunmaya değer... 

Puanım: 

Devamını Oku »