31 Aralık 2018 Pazartesi

2018'in Son Yazısı (Dürüstlük İçerir)



Merhaba,
Yılın son yazısını yazayım diyerek geldim. Sorsanız "Koca yıl kaç yazı yazdın sanki?" diye verecek cevabım yok. :) 
Son bir iki yıl zor geçti. Her şeyin üst üste geldiği zamanlar. Ben kendi hayatımı düzene koymaya çalışırken (şu an çok iyiyim) kitaplara sığınmam gereken dönemde kitaplara da el süremediğimi fark ettim. Çünkü her şeyden soğumuştum. Bu konuyu 2018'in son saatlerinde buraya döküp, burada bırakmak amacıyla yazıyorum. Son cümleyi baştan söyeyim; bahsedeceğim tüm geçmiş sıkıntılara rağmen pek çok şeyi sorguladığım 2018 bana pek çok şeyi geride bırakma imkanı sağladı, çok büyük güzellikler getirdi. Mücadelemiz sürecek. :)
Hani dönem dönem akımlar olur ya, yeni moda kitap okumaktı ve okuma yazma öğrendiği günden beri okuyan biri olarak bazı şeylerden epey itildim. Sahne arkasında dönen şeylerin can sıkıcılığına hiç girmiyorum. Yani şahsi yoğunluklara, beni soğutan nahoş durumlar eklenince sonuç bu oldu. 
Son sene en az okuduğum senelerden biriydi sanırım. Elimde de biriken kitapları elemeye çalışmak (birkaç bin kitaptan bahsediyorum) taşınma sürecinde de sonrasında da beni çok yordu. Bir kısmını köy okullarına bağışladım, bir kısmını çevreme dağıttım, küçük bir kısmını sattım, bir kısmını hala gün gün kütüphaneye bağışlıyorum... 
Günceli çok az takip ediyorum. Çünkü bir zaman sonra güncelleri al ve yığılsın'a dönüyor. Eskiden çok eski saman kağıdı, ciltli kitaplar okuyordum. Kitabın modası geçtiğini düşünenlerden değilim. Kitabın eskimişi olduğunu düşünmüyorum. Kitaplarımı sahaflara götürmüyorum. Çünkü yıllardır onlarca kitap aldığım, bir sürü arkadaşımı götürdüğüm sahaf 2014-2016 basım kitaplarımın çok eski olduğunu iddia etti. Tabii o ticari kısmına bakıyor, ben sadece bir okur olarak böyle düşünmüyorum. 
Okuma işi popüler kültürün son zamanlardaki kölesi maalesef. Bir dönemin bazı kozmetik blogları vs gibi ki şu an mesleğe dönüşmüş olan popülerleştikçe ürün gelsin diye hesap açanlar, geleni kötü de olsa kötüleyemeyenler. Aynısı kitaplarda da oldu. Bir dönem herkes blog açıyordu. Ancak blog yazmak belli bir uzunlukta düzgün bir metin yazmayı gerektirdiği için bir çoğu sapır sapır döküldü. Instagram ile birlikte bu durum okuduklarına dair fikirlerini düzgünce ifade etmek yerine güzel bir kitap fotoğrafı çekip altına bir cümlelik alıntıyla bir cümlelik beğendim/beğenmedim yazmak haline geldi. Bunu oldu bitti sevemedim. Sosyal medya hesaplarını yazılarımı paylaşmak adına kullansam da bir türlü benimseyemedim. Benim kendimi iyi hissettiğim, ifade edebildiğim ana yerin burası olduğunu düşünüyorum. İleride ne olur ben de bilemiyorum tabii ki. 
Benzer bir yozlaşmanın yayınevleri için de geçerli olduğunu düşünüyorum. 100 TL ye kitap satanlar (pardon, 99.90 TL), devam etmeyen seriler, birbirlerinin yazarlarını serinin ortasındayken (ç)alanlar, kitap boyutlarını seri boyunca büyütüp küçültenler, aniden ciltli basıp bir sonraki kitabı karton kapak basanlar, bazı instagram hesaplarını kendi yayınevi reklamları için kiralayanlar...
Ben artık bunlara canımı sıkmıyorum, eskisi gibi kendi kafama göre gidiyorum. Ve blogumda, kendi küçük dünyamda mutluyum. 
Hepinizi seviyorum. :)
Görüşmek üzere.




Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

16 Aralık 2018 Pazar

Mumya Olmak İstemiyorum - Jon Scieszka (Zamanda Gezinen Üç Kafadar)



Adı: Mumya Olmak İstemiyorum
Yazar: Jon Scieszka
Çeviri: Merve Erol
Resimleyen: Lane Smith
Yayınevi: Gün Işığı Kitaplığı
  Sayfa Sayısı: 84
Basım: 1. Baskı: 1999
Seri: Zamanda Gezinen Üç Kafadar

Zamanda Gezinen Üç Kafadar Serisi
Da Vinci Bize Dahi Dedi
Vay Vay Samuray
Ne Halin Varsa Gör, Gladyatör
Mumya Olmak İstemiyorum
Yıl 2095
Annen Mağara Kadını Olmuş



Çocuk kitapları okumayı seviyorum. Çocukken Antik Mısır'a çok ilgim vardı. Bu kitap bir de zaman yolcuğu üzerineydi. Çok tatlı. :)
Bir kitap sayesinde zamanda yolculuk yapan 3 kafadarın ( Fred, Sam, Joe) hikayesi seri şeklinde yazılmış. Ben huysuz kız kardeşi ve kedisini de çok sevdim. :p

Kahramanlarımız bu kez Mısır'a konuk olup küçük firavun III. Tutmosis'le tanışıyorlar. Huysuz kız kardeş Anna ve kedisi kayboluyor, ki dönmek için ihtiyaç duydukları kitap da ortalarda yok. Üzerine bir de kötülük konusunda master yapmış bir karakterimiz var; Rahip Hatnut. İşler epey karışık anlayacağınız. 



Kitabın içinde çizimler de mevcut.
Esprili bir dille yazılmış, döneme dair ufak bilgiler veren bir çocuk kitabı diyebiliriz. Serinin mantığını da beğendim.

Zaten yazarın amacı özellikle erkek çocuklarına okumayı maceracı bir üslupla sevdirmekmiş.

Sevgiler. :)







Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

Sana Muhtacım - Julia Quinn (Bridgertons #6)




Adı: Sana Muhtacım
Yazar: Julia Quinn
Orijinal Adı: When He Was Wicked
Çeviri: Yasemin Kılınç
Yayınevi: Epsilon Yayınları
  Sayfa Sayısı: 376
Basım: Nisan 2012
Seri: Bridgertons Serisi #6




"Her hayatta bir dönüm noktası vardır. Bu öyle muazzam, keskin ve belirgin bir andır ki insan kendini göğsünden vurulmuş gibi hisseder, nefesi kesilir ve bilir... Şüphenin en ufak gölgesi olmaksızın hayatının bir daha asla aynı olmayacağını kesinlikle bilir. Michael Stirling için bu dönüm noktası Francesca Bridgerton'u ilk kez gördüğü andır."


Ne zaman bazı sorunlardan ötürü okumaktan uzaklaşsam ki son birkaç yıldır oluyor bu sadece, bu yazar hep benim kurtarıcım oluyor. Bu kez de öyle oldu. Yine arka arkaya kısa sürede okuyuverdim 6. ve 7. kitabı. Teşekkürler Julia :)

Bu kitabın konusunu aslında arka kapak yazısı çok güzel özetliyor; "Londra'nın Neşeli Hovardası Michael Stirling için dönüm noktası, Francesca Bridgerton'u ilk kez gördüğü andır. Evet, kalbinin hiçbir zaman birine bağlanmasına müsaade etmeyen Michael ona bir kez bakmış ve aşık olmuştur. Bununla birlikte karşılaşma vesileleri kuzeninin bu genç bayanla evlenecek olmasını kutlamak adına düzenlenen bir yemektir. Hayat işte böyle ironiktir."

İnsanız; hepimizin ikilemleri, bocaladığımız, doğruyla yanlışı birbirinden ayıramadığımız zamanlar; zaaflarımız var. Bu iç çatışmaları çok güzel yansıtan bir kitap. Sevgi, dostluk, aşk, kardeşlik,minnet, bağlılık; insanların üzerinde epey baskı kuran hisler.

Bu tarz konular normalde oldukça ağır olur, insanı birkaç yaş yaşlandırır, şakaklarına aklar düşürür. Ama söz konusu Julia Quinn'in kalemiyse böyle yoğun bir kedere düşmeyeceğinizi söyleyebilirim. Kendisi de tüm eğlencesinin yanında sizi arada durup düşündürüp hüzünlendirse de bu bir seviyeye kadardır.

"Ve bir erkek sana evlenme teklifi ettiğinde, onu kendi meziyetlerine göre değerlendirmelisin, daha önceden belirlediğin rastgele standartlara göre değil."

Francesca bu kitaba kadar çok derinden tanıdığımız bir Bridgerton değildi. Kaldı ki gürültücü kuş sürüsü gibi olan Bridgerton'lar içinde bazen kendisini onlardan biri değilmiş gibi hissettiği bile olurdu. Kendisinin yağmur çamur demeden yürüyüş merakında kendimi buldum.
Michael ise sevdiği insanı bulduğu gün kaybeden, acı çeken ama hovardalık ününden de ödün vermemesi gereken bir karakterdi, sevdiğim de bir karakter oldu. Uşağı Reivers beni çok eğlendirdi. :p

Diğer Bridgerton kitaplarına hem benziyordu, hem de ayrı olduğu kısımlar vardı. Örneğin 5. kitap Bridgertonlar geçidi gibiydi ama bu kitapta arada Hyacinth'in sivrilmesi haricinde pek göremedik kendilerini. 

Kitabın sonundaki yazarın notu kısmı çok hoşuma gitti. Kendisini bir kez daha takdir ettim haddim olmayarak. :) 
Ve iyi hissederek kapattım kitabı.
Hızımı alamadım hemen 7. kitabı, "Öpüşünde Saklı"yı okudum.
Onun yorumunda görüşmek üzere.
Sevgiler :*




Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

1 Ekim 2018 Pazartesi

Leyla İle Mecnun - Burak Aksak | Ardına Bakma Mecnun!


Kitap Adı: Leyla İle Mecnun
Yazar: Burak Aksak
Yayınevi: Küsurat Yayınları
 Sayfa Sayısı: 272
Basım: Nisan 2018


"Yine hevesimi ağzıma sokup kursağıma kadar ittirdiler.Yine senden vazgeçmem için ellerinden geleni yaptılar. (...) Yine yıldızlar kaydı ve benim hiçbir dileğim gerçek olmadı."

Ben geldim yine. :) Hep bu son bu son dedikten sonra yine biraz mecburi ara verdim. Bilgisayarımın klavyesinin bozuk olması, taşınma ve yerleşme telaşı, iş durumu derken blogdan epey uzak kaldığımın farkındayım. Ve hiçbir sosyal medya hesabını burası kadar benimseyemiyorum. 
O yüzden söz verip baskı altında kalmadan dilediğimce yazmaya aynı şekilde devam edeceğim. 
Arada taslaklarımın tozunu alıp fi tarihinden kalma yazılar paylaşabilirim, anlayışınıza sığınıyorum :p 
Sararmış çeyiz sandığından mı çıkardın bunları, miras mı kaldı gibi incitici şeyler söylemeyeceğinizi umuyorum. :) Gereksiz kamu spotundan sonra yorumuma geçebilirim. 

"Varsın kürek kürek atsınlar üstüme toprağı. Sonuçta bu mezarı Leyla kazmıştı."

Leyla ile Mecnun dizisi 2011 - 2013 dönemini ve en çok da sonrasını sallayan bir dizi oldu. Vay be yayından kaldırılalı dahi 5 seneyi geçmiş... Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Ama bu kadar zamana rağmen dizi popülerliğinden bir şey kaybetmiş değil. 
Klişelere çok girmek istemiyorum hani eski dizilerin tadı, o mahalle kültürü, sıradan insanların sıradan ama samimi hayatları vs... Bunları zaten biliyorsunuz. Zaten diziyi sevdiren temel şeylerden biri bu biri de bol göndermeli kaliteli mizahıydı. 

Diziyi pek çok sevenlerden biri de benim. Hatta arşivime kattım belli aralıklarla baştan sona tekrar izliyorum. :) Arada O Geminin Gelmesi, Mecnunun Bedduasının Tutması gibi o duyguları tazeleyen şeyler oluyor işte. Bu döngüye alışmışken bir de dizinin senaristi Burak Aksak'tan bu efsanenin kitaba dönüşeceği haberi geldi. Harika bir haberdi. Bize de alıp okumak düştü. 
Kitabı zaten çıkar çıkmaz almıştım, ŞURADAN alışveriş yazısına gidebilirsiniz. 

"Kabayım ya evet, kaba olan ben oliyim. Sen bi' çiçek uğruna unut beni ama kaba olan ben olıyım. İnan senin için her şeyi yaparım. Ama arada kalan adam olamam. Sadece o zengin züppesiyle diyil kimseyle yarışamam ben. Kaybetmekten korktuğumdan diyil. Yarışmaktan anlamam. Hem sevgi dediğin nasıl yarıştırılır ki? İlla bağıra çağıra haykırmak mı gerekir sevdiğini? Gösterişli hediyelerle ya da şaşalı cümlelerle süslemek mi gerekir sevgiyi?Ne gözlerine bakıp söyleyebilirim ne de pazarlayabilirim sevgimi."

Şimdi sırada kitabın yorumu. 850 satır geyik yaptıktan sonra -_-
Kitabın kapağını çok beğendim. Hem bu kadar sade, hem güzel, hem de her şeyi bu kadar iyi özetleyen bir kapak olması bende bu düşünceyi uyandıran. Gerçekten başarılı
Burak Aksak'ın bir yayıneviyle anlaşmak yerine kendi yayınevini kurmasını ise gerçekten olumlu karşılıyor, hatta destekliyorum. 
Kitabın kendisine gelirsek diziyi izleyenler birçok yeri hatırlayacaktır. Diziden birebir alınan sahneler mevcut. Ama kitap elbette birebir dizinin kopyası değil, öyle olması mantıksız olurdu zaten. 
Burak Aksak her şeyi en baştan anlatmış. Leyla ile Mecnun'un tanışmasından. Bu kez tanışmaları çok daha farklı gerçekleşiyor ama nasıl tanışırlarsa tanışsınlar bu bizi yine nihai sonuca götürüyor. Leyla ile Mecnun'un aşkına...


Mecnun yine aynı Mecnun... Diğer karakterler de keza öyle. Dizidekilerle aynı şekilde gözünüzün önüne gelmesi işten bile değil. İsmail abinin sülalesine bile birebir yer verilmiş. :) Dizide sevilen bir detaydı, kitapta heba olup gitmemiş olmasına sevindim. 
Bir karakter var ki dizideki Leylaların hiçbirine benzemiyor... 
Dizideki Leylalar içinde ne olursa olsun favorim her zaman 1. Leyla idi. Bu, dizi bitene kadar da şimdi de değişmedi. Bence Mecnun'u o Leyla gibi kimse sevemedi, Mecnun da hiçbir Leyla'yı öyle sevmedi... 
Sanırım en antipati duyduğum Leyla da son Leylamız olan Melis Birkan'ın canlandırdığıydı...
Kitaba dönersek bu Leyla dizi tarihi boyunca karşımıza çıkan hiçbir Leyla'yı hatırlatmıyor. Ben favorim olduğu için ilk Leyla'yı canlandırmak istedim zihnimde ama farklı fiziksel özellikleri olan, farklı konuşan, farklı karakterde bir Leyla oldu çıktı. 
Bu Leyla yeri geldiğinde daha argo konuşabilen, zengin kızından çok daha bir mahalle kızı olmaya yatkın, çevre sorunlarına ve toplumsal sorunlara daha duyarlı bir Leyla. 
Mesleği de hepsinden farklı olarak; Arkeolog.

"İşlerin ters gitme ihtimali varsa, mutlaka ters gider. Kaan buna 'Murphy Kanunları' diyor. Annemse 'Besmelesiz çıkıyon evden ondan oluyo, sağ ayağınla çık şu evden' diyor. Babam da 'Genze kadar çekceğin suyu, geniz önemli' şeklinde yaklaşıyor meseleye. (...) İsmail Abi de 'İş mi? Ne işi? Yol-yemek-sigorta varsa çalışırım hacı' diye baştan aşağı yanlış anlıyor meseleyi. Bense kısaca 'İşte hayatım' diyorum."

Okurken bozuk bir Türkçe kullanılmış, hatta Burak Aksak editörün bunları düzeltmeye yeltendiğinden bahsetmişti. :) Günlük, kuralsız bir Türkçe demek daha doğru belki de. 
Ufak bir ayrıntı daha, kitap Nisan 2018 baskısı ve kitapta doların 3,80 TL olduğu yazılmış. :)
Arda - Mecnun diyaloglarını dizide de severdim, kitapta da es geçilmemiş :) 
Okurken dizinin senaryosunun yanı sıra oyuncuların da o başarıda ne kadar büyük payı olduğunu daha iyi görebiliyorsunuz. 

Gelelim esas merak ettiğim noktaya.
Dizi final yapılmasına izin verilmeden yayından kaldırılmıştı.
Daha sonra Ben de Özledim dizisinin ilk bölümünde finali yapılmıştı. Ama sonra o finalin Ali Atay'a ait final olduğu, Burak Aksak'ın zihnindeki asıl final olmadığını öğrenmiştik. 
O yüzden bu kitabın finalini, Burak Aksak'ın finalini daha çok merak ediyordum. 
Onu da görmüş oldum. :)


Levyeli abinin önerisine uyarak ben de sizi etkilemek için şu alıntıyı koyuyorum.
Gökdelenler, şehrin mezar taşıdır... 
:)






Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

16 Nisan 2018 Pazartesi

D&R Kitap Alışverişi - Nisan 2018


Aylar sonra ufak da olsa bir kitap alışverişi yaptım. Bu kez D&R'ı tercih ettim. 
Kitaplar siparişimin ertesi günü yani yaklaşık bir hafta önce elime ulaştı.
Genelde D&R siparişlerim elime diğer kitap alışveriş sitelerine göre geç geldiği için bu sefer beni şaşırttılar. :)

Aldığım kitaplardan kısaca bahsetmem gerekirse;



Teoman'ın anı kitabı Fasa Fiso...
Daha önce Teoman'ın tüm şarkı sözlerini içeren İnsanlık Halleri kitabını  şurada yorumlamıştım. Ve yazıyı bitirirken şöyle bir cümle kullanmıştım: "Ama nedense ben hâlâ Teoman'dan kalemini düz yazıda da konuşturduğu bir kitap bekliyorum. Kim bilir belki bir gün onu da görürüz."
Bu kitap sanki o temennimin cevabı olarak çıkıverdi.Tam olarak biyografi de saymamış kendisi bu kitabı. Daha çok bolca anı, röportajlarından derlemeler, şarkı sözleriyle ilgili kesitler, onun arşivinden eski resimler...
Kapağa ise özellikle bayıldım, çok iyi bir seçim olmuş. İç kapaktaki çocuksu neşeyle iç kapaktaki melankoli dengelemiş sanki birbirini. 



Kitabı gelir gelmez kurcalamaya, okumaya başladım ve kendimi epey kaptırdığımı fark ettim. 
Aramızda kalsın ama ben zamanında Teoman'la ilgili kişisel bir arşiv oluşturmuştum. Bilgiler, resimler, röportajlar. Hala da saklarım o defteri. *Utangaç Surat* 
O yüzden bu kitaptaki bazı bilgilere aşina olacağımı da biliyorum. 

Kısaca bu gelişme beni oldukça memnun etti. :)

Konusu ise şöyle;
"Şarkılarıyla rock müziğe damgasını vuran Teoman bu defa kendi hayatına dair hikâyelerini anlatıyor. Çocuk Teoman’dan rock yıldızı Teoman’a uzanan yolculuğunu anlatırken, zaman zaman şarkı sözleriyle röportajlardan alıntılar da anılara eşlik ediyor. 
Teoman şarkılarını yazarken kendi karanlığının sesine kulak veren, inişli çıkışlı ilişkilerimize, ayrılıklarımıza, yaralarımıza, özlemlerimize dokunan bir rock yıldızı... Bugüne dek hikâyelerini hep şarkılarıyla anlatan Teoman, şimdiyse yaşamından küçük izleri, küçük anı parçalarını Fasa Fiso adlı kitabında bir araya getiriyor.
Fasa Fiso’da tanıdığınızı sandığınız Teoman’dan çok daha fazlasını bulacaksınız, hatta aydınlık yanlarını bile... 50 yaşının olgunluğunda, geçmişe duyduğu özlemin her zerresini yaşayarak, eğlenceli yanlarını da ortaya koyarak hayatını ve hayatımızı özetleyen Teoman, kulağımıza eğilip “O peşinden koştuklarımız var ya, o yaşadıklarımız, onlar hep” diyor o içimize işleyen sesiyle, “hep Fasa Fiso.”"


Yine beni mutlu eden kitaplardan biri; Leyla ile Mecnun. 
Malumunuz dizi bir dönemi alt üst etti ve bence asla eskimeyecek diziler arasına çoktan girdi. 
Burak Aksak'ın bu efsaneyi kitaplaştırması güzel bir karar diye düşünüyorum. 
Kendisi Küsurat isimli bir de yayınevi kurdu.
Kitap çıktığından almadan edemeyeceğimi biliyordum ama aklımda bir soru işareti de yok değildi. Eminim birçoğunuzun da aklına gelmiş/gelecek bir şey bu. 
Acaba Burak Aksak dizideki akışı, samimiyeti kitaba da yansıtabildi mi?
Tereddütlerim yok değildi. Ancak bu kitabı da epey karıştırdım, okudum.
Şimdilik böyle bir aksaklık görmedim. :)



Bu kitabın kapağının da çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Sade, derin, etkileyici...

Arka kapaktaki cümleyi harika bir şekilde karşılıyor. “Bir yanımız çöl bir yanımız deniz…”

Konusu;

 “Zaman döngüseldir ve farklı seçimler yapsan da aynı hayatı yaşarsın. Sana verilmiş bir ömür vardır. Bu dünyadaki zamanın bellidir. Ve her şey bir denge içindedir. Biz... Daha doğrusu ben, o dengeyi bozdum…”
Aynı gün aynı hastanede doğmalarıyla başladı her şey. Bir hayatın birden fazla kez yaşanabileceğinin ve yarım kalmış her hikâyenin tamamlanmaya muhtaç olduğunun bir kanıtıydı onlar. Peki Mecnun bu sefer Leylasına kavuşabilecek mi?  Yoksa yine çölde mi açacak gözlerini? Çünkü o çöl çaresiz âşıkların son durağıdır. Kavuşamayan âşıklar o çölde aralar sevdiğini, kavuşanlarsa emlakçı emlakçı dolanır dururlar, 2+1 kombili.
Yayınlandığı dönemde izleyicisini ekrana kilitleyen Leyla ile Mecnun, bu kez bambaşka bir hikâye ile sevenleriyle yeniden buluşuyor. Mecnun, İsmail Abi, Erdal Bakkal, Baba İskender, Yavuz Hırsız, Yedek Kamil, Gözlüklü Çocuk Kaan ve Aksakallı Dede bu kez bambaşka bir maceranın peşine düşüyor. O geminin geleceğine ilk günkü gibi inananların, sevdiği kızın gözlerinin içine bakarak ‘seni seviyorum’ diyemeyenlerin, kendi çölünde kaybolanların hikâyesi Leyla ile Mecnun Burak Aksak’ın kalemiyle yeni başlangıçlar için geri dönüyor.

****
Uzunca bir süre sonra gerçekten okumak istediğim kitapları almak moralimi düzeltmedi değil. 
İkisine de öncelik verip kısa sürede okuyacağım sanırım.
Sevgiler:*




Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

4 Mart 2018 Pazar

Sinema ve Ben // MİM


Merhabalar,
Bu mimi yapmayan bir tek ben kalmış olabilirim belki ama Gezegenin Sihri blogundan İrem sağolsun sıra bende. :) Gölgelerin gücü adına! 
1) Sinemada izlediğin ilk film? 
Henüz 10 yaşındayken ilkokul öğretmenimiz sağolsun bizi Atatürk'ün hayatını anlatan bir filme götürmüştü. Sinema salonu epey büyülü görünmüştü bana. :) Filmden aklımda kalan en çarpıcı sahne Kubilay'ın şehit edildiği sahneydi, nasıl içime işlediyse hala hatırlarım. :(
2) Film en güzel ......'de/a izlenir.
Evde film izlemeyi daha çok seviyorum. Pijama, koltuk, atıştırmalık üçlüsüyle çok keyifli oluyor. Atıştırmalık şart değil, her zaman aramam. Bu devirde maazallah mısır patlatırken ev yakanlar var. :) Kısaca rahatlık ararım. %70 ev, %30 sinema diyelim.  
3)Film izlerken olmazsa olmazların var mı? Varsa nelerdir?
Yukarıda biraz bahsettim aslında. Rahatlığı seviyorum. Kışın yorgan altında kışa uygun atıştırmalıklarla mısır, kakaolu süt gibi; yazın sereserpe bir şekilde dondurma veya buzlu kahveyle... İlla atıştıracak bir şey olması şart değil, güzel bir film olsun yeter. :) 
4) Tek başına mı, kalabalık mı? 
Kalabalıktan kasıt kafa dengi insanlar ise %50 - %50 diyebiliriz. Tek başıma izlemeyi de severim, kalabalıkla goygoy yaparak izlemeyi de severim. :) 
5) Mısır mı, cips mi?
MISIR! 
6) İki boyutlu mu, üç boyutlu mu? 
Benim hiç üç boyutum olmadı. :( 

7) AVM sineması mı, sokak sineması mı?

Avm'lere arada mecburen gitsem de onları pek sevdiğim söylenemez. Ama sinema konusunda ikisi arasında çok bir fark görmedim. Aslında ben eski usul yazlık sinemayı denemek isterim. ♡ 

8) Filmden önce filmin fragmanını izlemek mi, yorumlarını okumak mı?

Fragmanı izlemeyi tercih ederim. Çok muallakta kalırsam yorumlara bakarım ama spoiler yeme korkusundan pek de yaklaşılmıyor.

~~☆~~

Mim yapmayı özlemişim. Şu an bu yazıyı okuyan herkes davetlimdir. 
Sevgiler :* 


Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

30 Ocak 2018 Salı

Ben Mi Geldim? :/


Tekrardan merhabalar;
Ne zaman yayınlayacağımı dahi bilmediğim bir yazıya başladım az önce. :)
Bir süredir bloga yazı yazamadığımı fark eden oldu mu bilmiyorum ama ben bunun farkında ve ihtiyacındayım.
Öncelikle mazeretlerimi sayayım da bu faslı geçelim isterseniz. Öncelikle 3 ay kadar önce taşındık. Temmuz, Ağustos aylarında ev arama ile başlayan süreç Ekim sonu taşınmamızla son buldu. Doğduğumdan beri yaşadığım evden ayrıldım yani. Ev bulunması, işlemler, eski evi toplamak, yeni evi temizleyip yerleştirmek dahil tüm süreçlerde faal olarak bulunduğum için olduğum yerde uyuduğum çok zamanlar oldu. Hayatımda ilk kez taşındığım pek belliydi yani. :)
Üstüne taşındığımız yeni bir evdi ve henüz internet altyapısı yoktu gibi skandal olaylar sonucu taşınalı 3 ay geçmesine rağmen hala internetimiz yok. 2 ay önce kadar da işe girdim. Ve şu an bu postu iş arasında telefonumdan yazıyorum. Ağlama kısmı bu kadardı; teşekkür ediyorum henüz okumayı bırakmamış olanlara :*
Blog yazmayı gerçekten seviyorum. Yazdıklarımı twitter'da, instagram'da paylaşsam dahi oralarda misafirmiş gibi hissediyorum, sonuna kadar özgür değilmişim gibi. Ama bloga yazdığım zaman evime dönmüş gibi bir his kaplıyor içimi. Yine evimdeyim yani :)
Kimseye özel olmadığını belirterek youtube'dan hunharca kırtasiye, journal vs videoları izlesem de kitap vlogu izlemeye hiç tahammülüm olmadığını uzunca bir süre önce fark ettim. Burda kişileri tenzih ediyorum çünkü birçok kişi izledim ama bana göre olmadığını anladım sadece. Bullet Journal'lar bir yere kadar da Planner'ları da sevmiyormuşum ben mesela. Gönlümce defter tutmayı, kendi düzenimi kendi ihtiyaçlarıma göre oluşturmak daha cazip geliyor ondan belki de.
Çoğu blogger başta itiraz etse de instagrama, youtube'a adapte oldu bile. Ben ise kendimi mülteciden öte görmüyorum diğer sosyal medya hesaplarında. Hele bazı şeyler o kadar çığrından çıkmış durumda ki. Tamamen uzaklaşmak istiyorum her şeyden.
Yayınevleri de kendini bozdu mu desem? Nasıl tabir etsem bilmiyorum. Uzun uzadıya bu konuları konuşasım da yok pek aslına bakarsanız. Ama şu an beni en çok irrite eden şeylerden biri yayınevlerinin birbirlerinin yazarlarına musallat olması. Yazarın bir kitabı ya da serisi bir yayınevinden çıkıyor, bir bakıyoruz hop başka bir yayınevi başka bir serisini, kitabını basıvermiş. Önceden biraz daha saygı ve mesafe vardı. Yayınevi yazarı yarım bırakmıştır, çıkarmıyordur, devretmiştir amenna. Ama böyle yangından mal kaçırır gibi işi kapış kapışa vurdukça gözümde iticileşiyorlar. Bu furyayı da hangi yayınevi başlattıysa tez vakitte tüm yazarları çalınsın diye ummaktan öte gidemiyor insan. :)
Yani ortam boğucu olmaya başladıkça insan içine kapanmak istiyor. Benim de hem içime kapanma ortamım hem de kendimi en çok ifade ettiğim yer burası. Zaten kimse okumasa bile kişisel arşiv tutarım ne güzel diye başlamıştım bu işe. Öyle de devam ederim gibi. İş ki şartlarım beni böyle zorlamasın.
Bu aralar neler okuyorum diye sorarsanız; okumaya vakit bulamadığımda ya da  biraz uzaklaşmışsam romans, tarihi romans ya da yetişkin romanslar daha kolay hatta epey kolay okunduklarından onları tercih ediyorum. Bu süreçte bu türden epey kitap okudum. Bazı serilerin devam kitaplarındaysam baştan başladım çünkü 2014-2016 dönemi bende yok gibi. O dönem okuduğum çoğu kitabı hatırlamakta zorlanıyorum. Baştan okumak da bana iyi geldi, serileri genelde arka arkaya okumayı seviyorum. Kafamda topluca bir yere oturuyorlar çünkü.
Artık bir güncelleme yapmanın zamanı gelmiş gibi hissettim.
Telefondan yazdığım sanırım ilk postumdan  sevgiler :*

Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!
Devamını Oku »