En neşeli anları en mutsuz olduğu zamanlar olan ters bir insandı bu blogun sahibi... Dişi ağrıyınca buzlu bir şeyler içtiğinde, midesi ağrıyınca acı yediğinde geçecek kadar ters hem de... Bir insan ona 'Hayırdır, ne bu neşe!' diye sorduğunda muhtemelen dibine kadar yıkıktı ama yüzünde aptal bir sırıtış, dilinde bir sürü espri vardı... 'Hayırdır, bir derdin mi var?' dendiğindeyse muhtemelen huzur içinde bir anındaydı...
Çocukluktan beri kitaplarla avunmuştu. Kocaman bir gökbilim ve evren ansiklopedisinin içine gömülürdü hevesle, okuma yazmayı daha yeni söktüğü yıllarda. En büyük eğlencesi başını olabildiğince kaldırarak gökyüzüne bakmak olan bir çocuktu. Memlekete gittiğinde de en sevdiği şey hava karardıktan sonra boynunu aynen öyle kırarcasına havaya kaldırmaktı. Çünkü şehirde sadece 1-2 tanesini gördüğü yıldızların sayısızını görürdü hatta bir toz bulutu gibi birleşen yıldızların Samanyolu'nun bir parçası olduğunu iddia etmeyi, galaksileri gördüğünü düşünmeyi severdi. Tek bir mobil şebekenin çektiği memleketinde pek ışık yoktu. Genelde koyu sarı rengiyle pek de bir aydınlatma sağlamayan ampuller kullanılırdı çünkü. Gece oldu mu el ayak tamamen çekilir, sokak lambasının kendini bile aydınlatmaktan aciz ışığı dışında bir şey kalmaz. Arada bir iki köpek havlaması ve bozuk sokak lambasının hafif cızırtısı dışında bir şey duyulmaz. İşte o anlarda kafasını olabildiğince kaldırmak en büyük eğlencesidir, çünkü gökyüzü onu her zaman yer yüzünden daha fazla büyülemiştir…
Laf aramızda yıldızlara bakıp uzaylı bir arkadaş hayal edecek kadar da hayalperest bir saftı çocukluğunda. (Belki de ta o zamanlarda kendi Doctor'unu düşlüyordu kim bilir :p ) Bu hayali Hollywood filmi efektlerine taş çıkartacak görsellikteki uzaylı konulu rüyasına kadar devam etmişti aslında. Ama o canlı ve yaratıcı rüyadan öyle etkilenmişti ki bir daha uzaylı bir arkadaş hayali kurmadı. 'Selam Dünyalı, biz dostuz.' diyen uzaylıya şüpheci yaklaşılması gerektiğini öğrendi. Kendi rüyasıyla kendini korkutan gencin dramı bir nevi... Ama o ansiklopediyi okumaktan hiç vazgeçmedi. Aramızda kalsın ama hala saklıyor onu...
Tuhaf huylarından biri de otoyollarla ilgili onun. Uzun yola gitmeyi çok sever. Gecenin değişik bir gizemi, gündüzün değişik bir eğlencesi olduğuna inanır. O uçsuz bucaksız, etrafı ıssız uzun asfalt yollarda onu çeken tuhaf bir şey var. O yüzden bazen etrafında hiçbir ses yokken otoyola bakarak dalıp gitmeyi çok sever. Ama paralel bir açıyla değil. Otoyol üzerinden geçen bir köprü veya üst geçitten. Bu yüzden zaten yürüyüş yapmayı seven şahsının en sevdiği yürüyüş güzergahı evlerinin yakınından geçen Tem otoyolu üzerinden geçen çoğu kişinin yürüyüş yaptığı köprüdür. Uzun yola gitmek kadar uzun yolu seyretmeyi de sever. Aynı yağmuru seyretmeyi sevdiği gibi. Pencere kenarında elinde sıcak bir içecekle tüm gün yağan yağmura bakabilir, ıslanmayı da çok sevdiği gibi... Ne saçma...
Bence oldukça ergence bir huy ama geceyi ayrı bir sever. Gündüzü bir rüya gibi geçirip geceyi gerçek gibi yaşamak ister. El ayak çekilince film izlemek, kitap okumak, müzik dinlemek, hatta sadece mal gibi oturup hayal kurup düşünmek bile olsa bu, sanki hayattan rol çalar gibi tuhaf bir haz alır bundan... Rüya görmek bile yeter ona aslında.... Bir gece sabaha kadar tek başına yürüyüş yaptığını hayal ederdi eskiden, sonra başını yağan yağmura doğru kaldırdığını. Aptal bir film sahnesi gibi değil mi? Bizimki adından da anlaşılacağı gibi iflah olmaz bir hayalperest ama idare edelim olur mu?
Düşünün ileride bir evi olduğunda yatağının üstündeki tavanın cam olmasını hayal ederdi. Böylece yatmadan önce hep o hayran olduğu gökyüzünü seyredebilirdi.
İşte bu blogun sahibi böyle saçma biriydi...
Ben de bu blogun sahibini işte bütün bu güzellikleri yüzünden çok seviyorum. Ve benim gibi bir hayalperestin de en sevdiği dizelerden birini sana ithaf ediyorum "Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar! İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar!"
YanıtlaSilİşte bu blogun sahibi de bu yüzden böyle rahat yazdı bunları, o da hayalperest dostunu çok seviyor... Dizelere sığınmayı seven biri olarak bayıldı bu dizelere, evi edindi, onun adı bile hayallerle ilgiliydi :)) <3
Silİşte ben bu bloğun sahibini seviyorum çünkü ben de yıldızlara bakıp uzaylılara yem atıp yardım talep ediyorum, boğazım acıyınca soğuk su içiyorum, gülerken acımı içime gömüyorum. Ruhlarımızın kanasını bulduk blogdaşım:)
YanıtlaSilDuyduğuma göre o da seni çok seviyor ve bu yorumdan sonra o kadar saçma hissetmiyor :P fakat uzaylıya yem atmakkk :)) <3
SilBu blogun sahibi çok tatlı biri ve ben onu da blogunu da cok seviyorum. Keske uzayli olsaydim da kucukken gelip mutlu etseydim onu. :)) Köyde yildizlara bakma olayini ben de cok yapardim ama ayi ve domuz tehlikesinden dolayi yanimda bi aile buyugu olurdu. :D İyi ki varsin canim bunu tum samimiyetimle soyluyorum.
YanıtlaSilÇok, çok tatlısınnnn :)) Keşke gelseydin, o kadar uzun yıllar bekledim ki anlatamam... Köyde kapımızın önü güvenli bile olsa bırakmazlardı zaten, kapı önünde millet muhabbet edip çay içerken ben bir iki metre ilerde onlara göre aval aval havaya bakardım. "Ayh canım, gerizekalı olcak bu çocuk galiba..." diye konuşmuş olabilirler arkamdan :pp Sen de iyi iyi iyi ki varsın çok yakından tanışmasak da :)
SilBu blogum sahibi çok neşeli ve çok iyi biri o yüzden kendisini seviyorum KALP
YanıtlaSilSüper yazı olmuş canım benim, ellerine sağlık :) Yıldızları bende çok severim ama uzun yola gitmediğim için bilemeyeceğim :)) Neyse yeni yazılarınla ve benim yorumlarımla buluşmak üzere, Öptüm kocaman seni ;)
Sağol canım benim, çılgın ikizlerim :) <3 uzun yol harikadıR ya tüm ayak şişmesine rağmen :p ayrıcana teşekkür de ederimm :))
Sil