İlkokul yıllarımdaki idolümdür Sıdıka benim... Sabahları tekrarının verildiği zamanlar televizyon başında hipnotize olmuşcasına izler, tüm dış uyaranlara kapatırdım kendimi.
O yıllardan beri, hala hayalini kurarım; biri kapıyı çalıyor, posta gelmiş. İçinde Sıdıka'nın tüm bölümleri olan DVDler... Ah, ahhh... Çünkü ne kadar arasam da 1-2 bölüm ve birkaç video dışında bulamadım Sıdıka'nın 97 yılı bölümlerini...
Sıdıka ilk söylediği kelime "viyadük" olacak kadar enteresan, inanılmaz bir zeka ve potansiyel saklayan bir kız. Ama okuması engellenmiş, çılgın annesi, doğu sporlarıyla kafayı bozmuş yarım akıllı ağabeyi, içkici+baskıcı babası ve ev dolusu evcil hayvanla aynı eve kapanmış kalmıştır. Ailesi onu tam bir ev kızı olarak yetiştirmeyi, hayattan izole etmeyi görev saymışlardı kendilerine... Hayırlı bir kısmetle baş göz etmek gerekliydi onu, Sıdıka'nın neyin hayalini kurduğu pek de önemli değildi.
İşte tüm bu harcanmasına inat Sıdıka hafif çatlaklığa vurup işi, yine de tüm entellektüelliğiyle konuşurdu. İzlerken de okurken de hep kara mizah olarak gördüm ben Sıdıka'yı... Çok da sevdim... Hatta günlük tutmaya bile ondan özenip başladım, hala da karalama da olsa devam ederim... :)
,
Kitap Adı: Sıdıka: Öpücük Balığı - Fabrıga
Yazar: Atilla Atalay
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 224
Tür: Mizah
Bu kitap aslında 3 ayrı bölümden oluşuyordu. İlk kısım benim kitabı okuma amacımı da içeren Sıdıka'ydı tabi ki. Yine onla güldüm, yine üzüldüm... Sıdıka çok sevgi dolu bir kız bence... Her şeye rağmen hayata olumlu bakabilen, elindekileri kabullenmiş ve onlarla olumlu bir şeyler yapmaya, bir şeyler üzerinde etkili olmaya çalışan biri... Küçükken hep kendimi onunla özdeşleştirmeye çalışır, bundan zevk alırdım...
Diğer bölümde ise yazar geçmişinde kalan bir kadını anlatıyordu, onu küçük küçük öpücüklerle öptüğü için öpücük balığı sıfatı kullandığı ama kıymetini bilemediği kadını. Sıdıka'dan sonra bu kısım biraz insanın içine oturuyor tabi...
Fabrıga ise yazarın dedesinin hikayesi. Çelik-demir Fabrıgası!nın dedesi ve ailesine etkileri. Bir şehre Fabrıga geldiğinde toplumdaki tepkiler. Bu kısım da kara mizah denecek türdendi. Bazen köylülerin şaşkınlıklarına gülseniz de bazen de anlatılanlar üzüyor. Özellikle sonu oldukça dokunaklıydı.
Genel olarak beğendiğim bir eserdi. Geceleri e-booktan kitap okumayı tercih ediyorum. Bu kitabı da bir gecede bitirmiştim...
Alıntılar:
- Anne kız, bak bu Afika Menekşesi'nin dibinden tuhaf tuhaf bi otlar çıkıyo,
yolıyim mi?
- Sakın ha yolıyim deme! Ot diil onlar, menekşenin dibine ceza olsun diye arnavut biberi ektim... Kapris yapıp açmıyodu... O biberler büyüsün de, arasında kaybolup gitsin, görsün gününü... Salak menekşe... Yüz verme hasbaya, gel
yanından bu tarafa...
- Ay hihi... ilahi, gülünçsün kız anne... Menekşeye ceza olsun diye dibine biber ekmiş... Kezzap dökseydin köküne, idam etseydik... K.lt.k menekşe, sen nasıl açmazsın, ha! Vurıyim mi kız anne iki tane, yaprağına yaprağına girişiyim mi?
Biz en iyisi şafakta çamaşır ipine mandallayalım bunu, hem diğer çiçeklere de
ibret olur, çatır çatır açarlar... Mel'un menekşe! iblis! Hihohaha...
- Dalga geçme anneyle! Terbiye etmezsen açmaz bu çiçekler... Şu küpe çiçeğini on dakka buzdolabına kitledim, çıkışta dört tane açtı... Uslu dururlarsa su da
var gübre de... Ama ööle naza kaprise gelemem... Sen şööle kenara çekil,
baariyim de duysunlar... Ayağıma üşenmem, gider keçi getiririm, hepinizi yediririm alimallah! Sizi bana sayıyla mı verdiler layn!
- Kız yavaş anne! Vallahi korkudan benim bile ödüm patladı... Az kaldı fotosentez yapıyodum...
- Çakmakla kukunuzu yakarım!
- Giyotiin... Giyotiiin... Giyotiin... Ihihohi...
- Gülme kız, senden yüz bulucaklar... Arka çıkma şu çiçeklere... ibret olsun diye hepsinin gözü önünde seni de döverim bak...
- E ama anne, abarttın artık... Bu kadar sadistsen niye çiçek büyütüyosun?.. Akvaryum alalım, piranha filan besle... Vampir yarasa yetiştir, konu komşunun üstüne salarsın...
- Vampirle felan alakası yok... Terbiye diye bişey var hayatta... Vaktinde seni de dövmeseydik .r.spu olurdun şimdiye... Kabahat işledin mi alırsın cezasını, bu kadar... Bak şimdi hanım hanımcık kızsın maaşallah...
...
Ve Sıdıka'yla ufak bir röportaj, burada söyledikleri çok hoşuma gitmişti:
Hobileri: Relativite, Kozmik Evren, Taocu s.ks (genel kültür olsun diye yani),
Örümcek motifli lizöz örmek, gazozlu kek yapmak, Dünya Politikası, Bonjovi
Fobileri: Klostrofobi (evde kapalı kalma korkusu), selülit, 7 şiddetinde deprem
- Sevgili Sıdıka, bir mizah kahramanı olmak sizce nasıl bir duygu?
- Çok tuhaf bişiy kız... Resmen kendimi Şempanze B gibi hissediyorum bazen...
Niye diyceksin... Siz daha iyi biliyosunuz, kitabı bile var, "Kahramanlar Hep
Erkek"... Mizah dünyası için de aynı şey geçerli... Kız mizah kahramanı yok
denicek kadar az... ikinci dereceden roller var tabi... Temel
Reis'in Safinaz'ı; Basri'nin Fatoş'u; Mithat'la Mirsat'ın Nükhet'i gibi...
Bir diğer tuhaflık da, yazarımın erkek olması... Belki de o yüzden öykülerimin
sonunda hep dayak yiyorumdur... Ara sıra düşünmedim diil... Yazarları erkek
olmasaydı, belki Asiye finalde kurtulurdu; Çalıkuşu Feride, bugün Milli Eğitim
Bakanı filan olurdu... Yalan mı konuşuyorum anacım, nerden bilicez? Kalem o
çocuğun elinde, istemese beni dövdürtmez, ben abimle babamı döverim...
Yazarımın Eray diye bi tipi daha var başka köşede yazıyo... Dikkat et bak, o
herif de hep birilerini döver... Yazar diil, Erol Taş'ın, eline şişe kırığı
yerine kalem geçirmiş hali...
- Peki siz kendi maceralarınıza gülüyor musunuz Sıdıka?
- Belli ölçüde... Ifrahata kaçmadan... Kahkaha falan atamam yani... Şööle ağız
dolusu bi gülsem, demedik laf komazlar... En başta annem, "Ne kız o ööle fingir
fingir, votka içmiş pavyon karıları gibi höykürüyosun zilli" diyip basar
terliği... işin tuhaf tarafı, abim gülünce de aynı şey oluyo, "Karı gibi
kıkırdama lan, ağır ol biraz" diyolar... Gülmek sakat iş annecim bizim
toplumumuzda... Direkman namusla ilgili... Gülüceksen de "adam gibi" gülücen...
Ağlamak konusu da biraz karışık esasen... Geçenlerde Başbakan Tansu Çiller'in
siniri bozulup ağladığında, babam "Koca başbakana bak, karı gibi ağlıyo" dedi...
- Sahi Sıdıka, siz, iç ve dış politik sorunlarla oldukça ilgili bir insansınız,
bunun özel bir nedeni var mı?
- Evet, ev kızı düzeyinde dünya barışıyla ilgili bazı girişimlerim oluyo...
Bosna Hersek'tekilere yün çorap örüp yolladım mesela... Ailem buna pek ses
etmedi... Ancak Bill Klinton'a frigofrik kargoyla aşure göndermiş olmama
şiddetle tepki gösterdiler... Oysa ben iyi komşuluk ilişkilerinde böyle şeylerin önemli olduğuna inanıyorum... Nitekim sonradan Çiller de
Klinton'a gravat götürdü...
Bi keresinde de Boğaz'daki kirliliğe karşı evden kaçıp çevre dostlarıyla 2000
kişilik bir "çevre-dostluk zincirine" katılmıştım... 2000 kişi kol kola
girmişti, ben de aralarına karıştım yani... Ertesi gün abimden "Boğaz'da 2000
kişiyle kol kola sürtüp mahallede adımı çıkartıcağım" gerekçesiyle dayak
yedim... Abim, "Kimdi ulan o kolundaki 1999 it" deyip, nereme gelirse vurdu...
Anlıycağınız, dünya meseleleriyle uğraşma da bi "ev kızına" göre diil...
- Peki, hakikaten "mahallede adınız çıktı" mı?... Yakın çevreniz tarafından
anlaşılamamak sizi üzüyor mu?
- Valla annemin demesine göre mahallede benim için "Safiyamm'ın kızı entel
olmuş" diye dedikodu yapıyolarmış... Annem bu işe çok hayıflanıyo... Bana
"Bizim sülalede de hiç entel yok, babangilinkinde de... Sen kime çektin bilmem
ki" dedi... işin doğrusu, mahallede diil, dünyada adım çıksın isterdim... Ne
biliim, bir Madam Küri olmak isterdim örneğin... Ya da "Sıdıka Doktrini" adıyla
anılacak yeni bir sosyo-politik sistem bulup, tüm dünyadaki şiddeti,
adaletsizliği durdurabilmek isterdim... Anneme göre bu söylediklerimi ancak
"Birleşmiş Milletler'de çalışan bi koca bulursam" yapabilirmişim...
- Evet, dönüp dolaşıp "hayırlı kısmet" işine geldik... Sizin "hayırlı
kısmetleriniz" oluyor mu?
- Ihihi... Beni kim alır kız... Annemin dediği gibi "mal ortada"... Hangi ev
kızının çeyizinde teleskop vardır?... (Bi ara uzaya merak salmıştım.) Ayrıyetten
biraz "tuhaf bi ev kızı" olduğumu herkes biliyo... Hem, evden dışarı çıkmam bile
yasak, telefonları bile bana açtırmıyolar. (...)
Geçmişe götürdün beni ya, sobalıydı o zaman evimiz. Okul dönüşü olurdu sanırım, sıcacık oda da oturup Sıdıka'yı izlerdik annemle. :))
YanıtlaSilAynen,bizde de tam olarak aynı manzaraydı. Hatta ben kendimi çok kaptırıp gittiğim için annemle Sıdıkavari tartışmalar da yapardık :) Okurken ben de o zamanlara gittim...
SilÇok güzel günlerdi keske yine verseler Sıdıka'yı. Paylasip eskiyi hatirlattigin icin tesekkur ederim. :)
YanıtlaSileskilerden güzel kalan şeylerden... Ben de güzel yorumun için teşekkür ederim :)
Silhakikaten çok güzeldi... Sıdıka'nın annesinin terlik fırlatma stiline bugün olmuş hala gülerim :)
YanıtlaSilBütün annelerin doğuştan gelen yeteneği... :) Ben Safiye'nin gripten yatarken bile acıklı bir sesle "Yavrum terliğimi uzatır mısın?" deyip Sıdıka'nın kafasına geçirdiğini bilirimmm :))
Silseverek iki defa okuduğum (tabii ki 15 yıl önce) ve her okduğumda da farklı tat aldığım güldüğüm bazen de düşündüğüm kitap tekrar hatırlattığınız için teşekkürler :))
YanıtlaSilSıdıka bir başkadır :) Ben de güzel yorumunuz için teşekkür ederim :)
Silahhh ne hoşş birr paylaşım olmuş buu.:)
YanıtlaSilbüyük bir keyifle izlenirdi ailece.:))
teşekkürler paylaşım için.
takipçinizim,
sevgilerimle...:)
Teşekkür ederimmm... :)
SilO dönemde yaşım küçük olmasına rağmen hala çok iyi hatırladığım ve çok sevdiğim bir karakterdi, yad etmek çok iyi geldi :)
Benden de sevgiler... :)