Bilirsiniz bu aralar İngiltere'den başlayan ve dünyaya yayılan ve de hakkında herkesin konuştuğu bir üçleme var... E.L. James'in Fifty Shades Serisi... Serinin ilk kitabı Fifty Shades Of Grey bugün Grinin Elli Tonu adıyla Pegasus Yayınlarından ülkemizdeki okurlarına sunuldu...
Aslında yazar kitabı bir Alacakaranlık ( Twilight ) fan yapımı hikayesi olarak yazmış forumda... Karakterlerin adı da Edward Cullen ve Bella Swan'mış. Daha sonra kitaba dönüşünce karakterlerin adı da Christian Grey ve Anastasia Steele olarak değişmiş. Ayrıca bence de filmi çekilecekse Christian Grey'i Matt Bomer oynamalı :)
Kitabın konusuna gelince 22 yaşında gazeteci olan Anastasia Steele hasta olan arkadaşı yerine milyarder Christian Grey'le röportaj yapmaya gider ve Christian' ın ilgisini çeker... Christian, Anastasia'ya bir BDSM ilişkisi teklif eder... Olaylar olaylar.. :)
Kitabı çok gereksiz ve ahlaksız bulanlar da var, çok beğenenler de... Açıkçası okumadan fikir belirtemem...
Aslına bakılırsa bahsedeceğim konu bu değil... Bunu sadece bir giriş yazısı olarak ekledim...
BDSM' nin ne olduğuyla başlarsak Vikipedia'daki haliyle BDSM: rızaya bağlı olarak fiziksel baskı ve kuvvetli duyusal uyarımın uygulandığı ve fantazi güç rolü oynamanın yapıldığı cinsel tercih ve kişisel ilişki türüdür. "BDSM" kısaltması bondage ile disiplin ("bondage and discipline"; B&D ya da B/D), hakimiyet ile teslimiyet ("dominance and submission"; D&S ya da D/s) ve sadizm ile mazoşizm ("sadism and masochism"; S&M ya da S/M) öğelerini bir araya getirir. BDSM bir sürü çeşitli eylem, kişilerarası ilişki türü ve altkültürü kapsar.
Aslında BDSM deyince akla Sadizmin babası (ki Sadizm de adını ondan almıştır.) Marquis de Sade gelmeli...
"Donatien Alphonse François le Marquis de Sade (d. 2 Haziran 1740 - ö. 2 Aralık 1814), Fransız aristokrat ve felsefe yazarı. Yetişkin edebiyat'ın önemli yazarlarındandır.
Yaklaşık 29 yılını hapisanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Bir diğer önemli eseri de Justine'dir. Sadizm'in kökeninin onun yazdıklarına dayandığı bilinir.
Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde hapsedildi; onbir yıl Paris'te (on yılı Bastille'de geçti), bir ay Conciergerie'de, iki yıl kalede, bir yıl Madelonnettes'de, üç yıl Bicêtre'de, bir yıl Sainte-Pélagie'de ve 13 yıl Charenton akıl hastanesinde. Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm" kavramı adından türetilmiştir.
Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişilerarası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizm"e varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır. Eserlerinde ahlaksal eylemin belirleyicisi olarak etik değerler değil de, içgüdüler ya da "koşullu buyruklar" eylemin "ilkesi" yapılırsa neler olacağını anlatır."
Konuyu buraya getirmemin nedeni ise bu aralar izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Orjinal adıyla Quills, Türkiye versiyonuyla Düşlerin Efendisi...
Filmin konusu ise şöyle: "Quills, hayatının son 10 yılını hapis benzeri bir akıl hastanesinde geçiren Marquis De Sade'nin hikayesini anlatmakta. Sadizmin filozofu olan De Sade hastaneye kapatıldıktan sonra da her biri büyük tepki toplayacak yazılarını yazmayı sürdürür. De Sade'ın çekimine kapılan hastanenin çamaşırcısı genç Madeleine, De Sade'ın yazdığı metinleri gizlice hastane dışına dağıtmaktadır. Bu metinlerden biri olan Justine'I Napolyon okuyunca sinirlenir ve çok koyu bir muhafazakar olan Dr. Royer Collar'ı, de Sade'yi tedavi etmesi için hastaneye gönderir."
Bu arada Marquis de Sade pes etmez elinden kalemleri kağıtları da alınınca kanıyla çarşaflarına ve kıyafetlerine yazar kitaplarını... Tabi daha sonrası da var... Asla ama asla vazgeçmedi...
Karakterlere gelince Marquis de Sade'yi oynayan Geoffrey Rush'ın oyunculuğuna bayıldım. Çamaşırcı kızı ise Kate Winslet oynuyordu. Ama benim favorim tabi ki rahip rolündeki Joaquin Phoenix'ti... Sanırım filmde en çok yarayı alanlardan biriydi...
Doktorun genç eşinin (pedofili sayılacak kadar genç) sonunda doktora yaptığı içimin yağlarını eritti. Helal olsun sanaaa, helal olsun diye bağırasım geldi :)
Ayrıcanaaa filmde hoş bir ayrıntı olarak True Blood'da Vampir Bill olarak tanıdığımız Stephen Moyer de mimar rolüyle bulunmaktaydı... Açıkçası filmde görünce şaşırdım ve hoşuma gitti :) Uzun fauller falan... Vampirlerin yüz karası :)
Filmi, oyunculuğu ve sonunda bende uyandırdığı duyguyu sevdim... Filmden hoşuma giden bir kaç alıntıyla da bitiriyorum...
*** Okumak benim kurtuluşum. Onda yaşama tanık oldum. Kendimi onun hikayelerine koydum, karakterleri oynadım. Fahişe, katil... O sayfalarda o kadar kötü bir kadın olmasaydım, sanırım gerçekte bu kadar iyi bir kadın olamazdım... ***
*** Erdemi anlamak için kendimizi ahlaksız yapmak zorundayız. Sadece o zaman insan olmanın gerçek yüzünü bilebiliriz. Bu yüzden size meydan okuyorum... Sayfayı çevirin... ***
Vikipedi, IMDB'den faydalanılmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder