2 Şubat 2025 Pazar

Yaz Aşkı & Son Öpücük - Yosun Yeşilmen #Türk Beyaz Diziler

    

    Aklıma geldikçe uğradığım bir yere döndü burası artık. Bunu kabullendim. Sadece bu aralar daha sık aklıma gelmeye başladı. Epeydir eskisi gibi kitap okuyamıyorum. Bunu da kabullendim. Ama birkaç gün önce hafta sonu kahvaltısı yaparken elime öylesine aldığım bu iki kitabı bir oturuşta okuyunca açıp seneler önce ilk kitaba yaptığım yoruma baktım. Epey de detaylı eleştirmişim o kitabı :) Yazdıklarım da hoşuma gitti, hiç üşenmemişim. Madem öyle, neden bu kitapların yorumları da blogda olmasın ki? Böyle kitaplar okumak biraz da benim suçlu zevkim sanırım. :)

    Öncelikle tabii ki önce kısa bir bilgi vereceğim bu yazıda da. Beyaz Dizi okumaya başladığım o mistik dönemde sahafta Türk bir yazar tarafından yazılmış beyaz dizi görünce, bizsel anlamda ilk beyaz dizi denemesini denemek istemiştim. O dönem Artemis Hafta Sonu ile muhtemelen eşantiyon olarak verilen bu kitapların 1,2 ve 4 numaralı kitapları vardı elimde. 1.' yi yorumlamıştım. 2 ve 4 numaranın yorumunu da bu yazıda okuyacaksınız. Sabrınız varsa :p Ve 10 numaralı olan Sana Veda Edemem' i de arada aldım. :) Aşk nefret ilişkisi gibi Türk Beyaz Dizi kitapları ile aramdaki. 

    Yazarla ilgili de şu şekilde kısa bir tanıtım var kitabın içinde:
 'Yosun Yeşilmen, 1970 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi ve İstanbul Üniversitesi - İngiliz Edebiyatı'nda okudu. Aynı üniversitede Edebiyat Psikolojisi üzerine bir master tezi hazırladı. BBC televizyonu için çekilen dizilerde editör olarak çalışıyor. Londra'da eşi ve kızıyla birlikte yaşıyor.'

    İlk kitap yorumum ise buradadır efenim: İlk Aşkım - Yosun Yeşilmen TBD#1
Bu kitapla tanıştığım yazarın yazım dilini çok cinsiyetçi ve tutarsız bulmuştum. Kitapların yorumlarından sonra genel bir yorum daha yapacağımdır. O zaman... 


Yerli Dizi #2  YAZ AŞKIM - YOSUN YEŞİLMEN
Basım: Ağustos, 2006
Sayfa: 127
Konu: Kumru'nun iş gereği gitmek durumunda kaldığı Bodrum' da yaşayacakları, daha önceden hayal edebileceği türden değildi. Aşkların en güzelini de orada bulacaktı, acının en büyüğünü de yine orada çekecekti. 
Eğlencenin baş şehrinde karşısına çıkan Oğuz ile birlikte daha önce hiç yaşamadığı hislerin tüm varlığını eritmesine izin verecek, kendini sarı sıcağın ve değişen hayatların etkisinden kurtarmak için çok büyük bir mücadele vermesi gerekecektir. 
Sahilde geçen tüm o gecelerden sonra Kumru'yu artık bambaşka, hiç hesapta olmayan bir gelecek bekliyordu.

Aşkı aramamak lazım...

    İlk kitap o kadar kötü gelmişti ki bana bu kitap onun kadar kötü değildi. Evet, kötüydü. Ama ilk kitap çıtayı o kadar yerlere indirdi ki, bu kitap bile daha iyi geldi. Kitabın konusu o kadar konuyu anlatmıyor ki konudan kısaca bahsedeyim. Yukarıdaki konudan pek bir şey anlamamanız normal çünkü laf-ı güzaf. 

    Kumru, kitabın girişindeki o uyarıya aykırı olarak aşkı arayan bir genç kızdır. İşi ise çoğu iş yerinde oluşan boşluğu geçici olarak dolduran geçici eleman görevini almaktır. İş vereni Tuğçe, titiz ve prensipli olan büyük iş adamı Oğuz Bey' in iş teklifi için Kumru' yu önerir. Kumru bu iş için bir gizlilik sözleşmesi imzalayacak, hiçbir elektronik eşya ve 'kırmızı kıyafet' almadan Oğuz' un Bodrum'daki malikanesine gidecek ve Oğuz' un doğum yapan kişisel asistanının yerini alacaktır. Ve macera böyle başlar. :)

    Kitap, yaz mevsiminde bir toplu taşıma aracında başlar. Dünyanın en kötü ikililerinden biri, kabul. Kızımız aşka susamış biri olarak zihninde kendi klibini çekmek istiyor ama şartlar el vermediğinden tam bir anewliz woman olarak toplu taşıma aracında bulunan kişilerin duş alma alışkanlıklarını analiz ediyor. 'Yıkanmıyorlardı işte, yeteri kadar yıkanmıyorlardı!' Bir de masaya çık tepin istersen. Toplu taşımayla işine giden ekmeğinin peşindeki ve belli bir alım gücüne mahkum olmuş insanların 'naylon' kumaştan kıyafetlerini yargılayarak üstüne hiçbirinin yeterince yakışıklı olmadığından yakınıyor. 'Üçü, yaşamaktan bezmiş suratlı, ikisi sadece kendisiyle meşgul, vasat tipler işte...'  Beğendiremedik ablamıza kendimizi. Vay be, ekmeğimin peşindeyken başkasının zihninde yargılanıyorum. Ablaya güzellik/yakışıklılık borcumuz var sanki. Sen hayat gailesi nedir bilir misin esas kız abla? Kendi halinde olan insanları da beğenmiyor çünkü dünya onun etrafında dönüyor, ne demek esas kıza tapmıyorlar? 
    Sonra o yaz günü tıkış tıkış toplu taşıma aracında insani olarak su içen kadınlara asla sıcaktan olabileceğini düşünmeden 'zayıflamak için yetmemiş su içmek.' diyor. Aynen, Türkiye' de yaşamak hiç stresli değil. Sonra da hayatınızda hiç duymadığınız tavsiyeler sıralıyor zihninde; 'Az yiyin, hareket edin!' Çünkü kendisi yaza uygun elbiseli, ne yerse yesin kilo almayan o esas kızlardan. Genler b*tch diyor yani. Uzun boy, düz kemikler, yeşil gözler, biçimli yüz hatları, herkesin övgüler dizmeden edemediği saçlar... O sırada benim ailemden aldığım son kullanma tarihi geçmiş genler... Ablamız bu kadar reklamını yaptıktan sonra; "Ama bunların hiçbir önemi yoktu, hiçbir zaman 'ben güzelim' diyerek yaşamamıştı." Girl! Sabahtan beri ne anlatıyorsun? Bu arada bu genleri de görüşmediği ve yerin dibine soktuğu babasından almış. Çocuk travması yani! Bu konuyla ilgili kitapta inanılmaz can sıkıcı bir bölüm var. Arkadaşı buna sosisli sandviç yemeyi teklif ediyor. Kumru da sağlıkları için iyi olmadığını söylüyor. Arkadaşı da ekmeğini yemeyiz, sonuçta protein, yenür deyince de 'Peki yağı ne yapacaksın? Benim için hava hoş, ben ne yesem şişmanlamam' diyor. Şöyle bir insanla gerçekten arkadaş olmak isteyen var mı aranızda. :)

Kısaca özetlersek;
Ad:Kumru
Gözler: Not just yeşil, mahzun yeşil  
Görev: Hayatının aşkını bulmak 
Yetenekler: Milleti zihninde yargılayıp aşağılamak
Kendini tanımlayış: Kumru, kalbinde bir yumru.
Kadınlara karşı cevval, erkeklere karşı munis bir kedi. 

    Konumuza dönersek; Oğuz Bey, Kumru ile çalışmak istiyor elbet ama öncesinde kısa bir konferans görüşme yapmak istiyor, görüntülü. Sırf görüntülü görüşmek istedi diye adama asrın sapığı muamelesi yapıyor. :)
     Oğuz; 40 yaşında, eşinden boşanmış ve kızı Ada ile yaşayan bir adam. 
En azından Kumru, aşkı arasa bile kendini bu geçici işlerden kurtarmak isteyip 'gerçek bir kariyere ve gerçek bir erkeğe ihtiyacı vardı' şeklinde teskin ediyor. İlk kitabın kahramanı Naz'dan bin kat daha iyi. En azından kariyerini önemsiyor ve ön plana koyuyor. 
    Oğuz epey mükemmeliyetçi biri. İsteklerinin çoğunun bir sebebi var. Örneğin elektronik eşya getirilmemesini, bunları kendisinin sağlayacağını söylemesi hoş değil ama anlaşılır. Parfüm vs. gibi şeylerin olmamasını istemesi çünkü kızının astım hastası olması anlaşılır. Ama kırmızıyı yasaklıyor, kitabın bir yerinde Ada kırmızı mayo giyiyor ama bu kırmızıyı Kumru' ya yasaklaması konusunda tek bir açıklama geçmiyor. Yazar bunu eklediğini unuttu galiba, bir sonuca ulaştırmadı. 

    Neyse her şey hazır olup Bodrum' a varıyor Kumru, uçaktan iner inmez terliyor ve bacaklarından sular akıyor? Bu nasıl bir terleme şekli, onun ter olduğundan emin miyiz? Onu almaya gelen Oğuz' un şoförü kızın 2 saat sıcaktan yakınmasını duyunca klima açmayı teklif ediyor ve Kumru ne diyor biliyor musunuz? Şu repliği 40 yıl düşünseniz asla tahmin edemezsiniz. KLİMA OBEZ YAPIYOR! diyor. :) Ne alaka? Alakası şu ki; insan vücudu terleyerek efor sarf ediyormuş, kalori yakıyormuş, klima bu eforu elimizden aldığı için kaloriler kalıyor ve kilo alıyormuşuz. Yorumsuz. :)

    Gittikleri yerin adı; Ağlayan Kayalar. Bu isim çok romantik geldi bana. Malikane kendine ait bir koyu ve sahili olan mahrem bir bölgede. Bu yüzden merkezden epey uzak. Bizim ruh hastası Kumru da yine yolda düşüncelere dalıyor. Düşünce silsilesi ektedir: 'Burası ıssız. Burada araba lazım. Verseler de kullanamam ki. Ehliyetim yok zaten. Çünkü biz çok fakirdik neden olsundu ki. Ühü!' Ve arabada sarsılarak ağlamaya başlıyor. Yemin ediyorum, drama queen diye bir tabir olmasa da bu kız drama queen olurdu. Şoför de genç ve hoş bir delikanlı bu arada, bunu da sıkıştırıyorlar araya, suskun da bir adam. Bunu arabaya binince belirtiyor. Ve Kumru bu hareketiyle suskun adamı zorla kendini teselliye mecbur bırakıyor. Utanç verici.
    Sıkı durun evi tarif ediyorum; hayal ötesi bir koy, ev koyun ucunda geniş bir alan üzerine kurulmuş, koyda 2 tekne, yelkenli, iskele, nefis bir kumsal... Adamın sahili var. Ağaçlık, kaya, kum, deniz... Ve evi şatoya benzetiyor Kumsal! Ve şoförün peşinde odasını göstermesini istemek yerine evi kendi keşfetmeye karar veriyor ve verandada uyuyakalıyor. Profesyonelliğe gel. Oğuz' un 4 yaşındaki denizden dönmüş, kırmızı bikinili, büyümüş de küçülmüş kızı uyandırıyor Kumsal'ı. Bakıcısı da babaannesi. Yüzmeye gidiyor Ada ile ama sürekli şöyle ifadeler var; 'Bu mayoyu salı pazarından almıştı ama onun vücudunda marka gibi duruyordu.' Peh. 
    Küçük kızın sürekli babaannesi gibi davranması da sinir bozucuydu. Böyle bir anda gelen yabancıya yakınlık duyan o kurgu çocuklardandı :) Aile ortama yabancı biri gelmesin diye bakıcı tutmamış. 
    Olay bir zaman sonra kız oraya çalışmaya değil de bir kiralık sevgililik ya da kiralık evlilik için gelmiş gibi oluyor. Adam direkt bu şekilde yaklaşıyor. Anında bir romantizm ama yaş kompleksi olan adam yüzünden biraz gitgelli bir ilişki. Kumru da bir anda adamın flörtü gibi davranıyor. Ve tabii ki kitapta bulunan tüm erkekler esas kıza aşık olmalı kuralı burada da devam ediyor. Bunlardan biri de en başta bahsettiğim şoför Salih. Ve tek değil. Spoiler olmasın diye buralara girmeyeceğim.
    Adamın bu gitgelli tavrına dair de şöyle bir cümle kuruyor Kumru: "Ne hezeyanlı günler geçirmeye başlamıştı. Dört mevsimin tamamını aynı saatte yaşıyor, eşeğini sürekli kaybedip yeniden buluyordu." Aslında Kumru eve geldikten sonra kitabın özeti bu. Arada Göl Evi filmi gibi bazı yapımlara atıfta bulunuyor. Severiz. 
    Ve sonu... O kadar malca bir sondu ki! Affetmek? Şikayet etmemek? Polis nerede? Duygular mı? Yani kısaca suç içeren bir şey oldu ve bunu hoş görüp üstünü kapattılar ve bu şekilde kitap bitti. Olmayan saygımı da yitirmemle... 


Yerli Dizi #4  SON ÖPÜCÜK - YOSUN YEŞİLMEN
Basım: Ağustos, 2006
Sayfa: 95
Konu: Kadınlar ellerinden gelen her şeyi yapıyor ellerindekine sahip çıkabilmek için. Çünkü farkındalar... Çok kere sevemiyor insan. Direniyor kadın. En sonuna dek. Ama sonra düşüyor tüm kalkanları ve...
Merve, önce nişanlısından sonra işinden ayrılmış ve eşyalarını toplayıp hayatı boyunca her yazını geçirdiği küçük kasabaya doğru, tüm eşyalarını taşıyan valizleriyle birlikte yola çıkmıştı. Yeni bir yaşam istiyordu. Eskisini ise tarihe gömecekti. 
Oysa hayatın acı ve tatlı pek çok sürprizi vardı daha Merve' ye. En güçsüz hissettiği anda bile kalkıp koşması gerekecekti. Bazen ileri, bazen geri. 

İçinde sevgi sözcükleri geçen şarkıları hiç akıtamadıkları göz yaşları eşliğinde dinleyen ve bu şarkıların bitmesini hiç istemeyenlere ithaf edilmiştir. 

    95 sayfa ve yazıları devasa bir cep kitap bu. Yani çok kısa bir öykü. Merve, siyah kıvırcık saçlı bir esas kız. Kendi fiziksel özelliklerini şu şekilde gözümüze sokuyor o da. "Gün gelip Umut yüzünden bu kadar derin bir bataklığa sürüklenebileceğini söyleseler muhteşem dudaklarını kıvıra kıvıra gülerdi." :) Tamam abla muhteşemsin.  Kız ağlıyor, muhteşem dudakların sırası mı şimdi? 

    Gece uzun yol düşüncelerine giriyor nişanlısından, işinden, şehrinden ayrılıp kasabaya giderken. Çok severim gece yolculuklarını ve böyle yolculuklarda düşünmeyi. Ama ablam eski ilişkisini düşünüyor bu sırada. İlişkinin korkunçluğunu şu düşüncelerden anlayabiliriz. "Tüm flörtleri el ele tutuşup uzun yürüyüşler yapmak ve sinemaya gitmekten ibaretti ama olsun, oğlan kızı çok seviyordu. Kız mesafeliydi ama. Hatta burun kıvırırdı delikanlıya, içten içe de olsa daha mükemmel bir erkeğin bir yerlerde onu beklediğini düşünür, sakınırdı kendini."  NE? İnsanız, bu düşünceler olmaz demiyorum bu arada. Ama yazarın bunu bize çok romantik ve normal bir şekilde sunmasına aslında isyanım. 
   
    Umut (ex nişanlı) ile lise arkadaşı olduklarını, sonra koptuklarını, liseden sonra görüştüğü tüm erkeklerin et peşinde olduklarını, Umut' un samimiyetini özlediğini, sonra bir araya geldiklerinde Umut' un da isteğiyle sevgili olduklarından bahsediyor. Yani kafasındaki ideal kişiyi bulamadığı için Umut' u yalnız kalmamak adına o bekleme sürecine dahil ediyor. Bekleme salonunda yalnız beklememek için...  Ama Umut da çok iğrenç şeyler yapıyor işte, sonuncusu ise aldatmak. Ayrıldıktan sonra yoldayken kendisine neden katlandığını soran otobüs teyzesine: "Birini sevme ihtiyacı işte teyze. Öyle bir hastalık hali, öyle yorgunluk çöktü ki üzerime kırk yıl toparlayamacakmışım gibi geliyor artık."

    Kasabaya yanına geldiği anneannesinin geldiğinden bile haberi yok. Öyle bir bencillik. Ayrıldığından her şeyden bir anda haberi oluyor anneannenin. Kadına inme inmedi neyse ki. Ve aynı anda kasabadan eskiden tanıdığı Burak ile karşılaşıyor Merve. Burak aynı zamanda orada mekan işletiyor ve kafasını dağıtması için onu davet ediyor. Burak, Yosun Yeşilmen' in kitaplarında görmediğim kadar normal bir erkek :) Ama Merve gerçekten sıkıntılı, yaşadığı korkunç şeylere rağmen zihninin bir köşesinde hala Umut ihtimali taşıyor. Iyyy! 

    Öyle bir son ki, kitapta tüm krizli anları, korkunç şeyleri birlikte yaşıyoruz ama mutlu son namına hiçbir şeye ortak olamıyoruz. Bir duygusal gelişim asla göremiyoruz. Sanki kızlar bir arayışta olmasa veya sıkıntılı bir durumdan çıkmasa bu adamlarla muhatap bile olmayacak gibi. Bu seride fark ettiğim şeylerden biri bu. Kızgın kumlarda birlikte mücadele ediyoruz ama serin sulara asla atlayamıyoruz.  Bu kitap  da tam böyle bir anda elimiz böğrümüzde kalarak bitiyor... Biraz zayıf ve etkisiz...

Darlamam sona ermiştir. :) Sevgiler. 



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder