Merhabalar, hoş geldiniz :)
Başlık belki biraz şaşırtıcı olabilir. Ama açıklayacağım. Blogda beyaz dizilere dair pek çok yazı yazdım. Bazılarını yorumladım da. Beyaz Dizileri/Harlequinleri araştırdığım dönemde Artemis Hafta Sonu ile birlikle verilen Türk işi beyaz dizileri keşfettim bir sahafta. Türk bir yazar tarafından yazılmışlardı: Yosun Yeşilmen
Ben böyle şeyleri çok merak ederim. Bazı şeyleri salt sosyolojik olarak incelemek hoşuma gider. Türkiye'de bu tarz kitapların popüler olduğu dönemde bu türü denememiş olmamız şaşırtıcı olurdu sanırım. Beyaz dizilerin yurt dışında yazılma amacının 70lerden sonra gelen hippi dalgasının etkisini yumuşatmak olduğunu okumuştum bir yerlerde. Bizdeki amacı ne olabilirdi acaba?
Sahafta karşılaştığım bu kitapları çok cüzi bir rakama aldım. Üç taneydiler zaten, üçünü de aynı yazar yazmış. Yerli Dizi'nin 1,2 ve 4 nolu kitapları var elimde. Bir numarayı alır almaz okumuştum. Ve blogumda bununla ilgili bir yazı olmasını istedim. O yüzden tekrar okudum. Siz de benim gibi merak ediyorsanız, lütfen alt satırlara doğru beni takip edin. :)
Öncelikle yazardan başlamak istiyorum. Yosun Yeşilmen benim ilk kez bu kitaplarda gördüğüm bir yazar oldu. Kitaplardan ilkinde yok ama sonrakilerde yazardan bahseden şöyle bir paragraf var: "Yosun Yeşilmen, 1970 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi ve İstanbul Üniversitesi - İngiliz Edebiyatı'nda okudu. Aynı üniversitede Edebiyat Psikolojisi üzerine bir master tezi hazırladı. BBC televizyonu için çekilen dizilerde editör olarak çalışıyor. Londra'da eşi ve kızıyla birlikte yaşıyor." Bu paragrafı kitabı okumadan önce fark etmemiş, sonradan okumuştum. Şimdilik bu bilgiler de cepte. Bazen eserler yazardan çok da bağımsız olmuyor.
Yerli Dizi #1 İLK AŞKIM - YOSUN YEŞİLMEN
Basım: Ağustos, 2006
Sayfa: 113
Konu: İlk bakışta aşk mümkündür derler. Biliyor musunuz? Gerçekten de mümkündür. Ama işte yine de aşkı sürdürmek, aşkı doyasıya yaşamak için sabretmek gerekir bazen.
Naz ve Nejat'ın hikayesinde de böyle oldu...
Bir kadın, bir erkek ve onların arasındaki bağı asla koparmak niyetinde olmayan kaderin başlıca rollerini paylaştığı İlk Aşkım ile masumiyetin sivri dişlerini ve tutkunun vazgeçilmezliğini yaşayacaksınız.
Bu kitapla ilgili ilk okumamdan, yani yıllar öncesinden aklımda kalan "iki" şey vardı. Birincisi kitabın bana hissettirdiği duygu. Alacakaranlık serisi 2. kitabı Yeni Ay'da Bella evin penceresinden bakarken mevsimler geçiyordu ya. Hayat başkaları için devam ederken onun için durmuştu ya, esas kız Naz da odasının penceresinden Nejat'ı keserken ve bitmek bilmeyen Nejat anılarıyla, hayalleriyle doluyken hayat Nejat dahil herkes için devam ediyordu.
İkincisi ise kitabın beni çok boğduğu ve sıktığıydı. Sırf bu yüzden diğer kitapları okumadan Türk Beyaz Dizi defterini kapatmıştım.
Tekrar okuduğumda da pek bir şey değişmedi. Yine kitap beni aşırı derecede yordu ve boğdu. Ve bu sefer bolca öfkelendirdi de. Çünkü bu okuyuşumda kitabın ne kadar cinsiyetçi bir dille yazıldığını da hatırlamış oldum. Ciddi bir kadınlık, erkeklik kalıplarına mahkumiyet vardı. Gözümüze gözümüze sokarcasına. Kadın şöyle zayıftır, duygularına yenik düşer. Erkek böyle güçlüdür, sevse bile unutup başkasıyla olabilir.
Dürüst olacağım. Niyetim üç kitabı da arka arkaya okuyup tek bir yazıda hepsinden bahsetmekti. Ama bu kitap beni o kadar oyaladı ve her satırına o kadar çok takıldım ki birkaç cümleyle geçmek istemiyorum. Madem dönemin ruhunu inceleyeceğiz tam inceleyelim. Okurken notlar da aldım. Biraz uzun olursa affola. :* (Kim okuyacak bu kadar uzun yazıyı diye de düşündüm ama okursanız çok mutlu olurum.)
Naz'ın başarısız randevusuyla başlıyor kitap. Naz, Utku adında bir adamla sevgili ama aynı zamanda çenesinden salata suyu akıtarak yemek yiyen bu adamdan iğreniyor. İlk sayfalar boyunca adamın barzoluğundan yakındığını okuyoruz. Hepimizin sorduğu "Peki, neden bu adama katlanıyorsun?" sorusunu o da kendine soruyor ve cevabı bu adamla asla mutlu olmasa da iyi bir ailesi ve iyi bir işi olduğu için kendini güvende hissedebileceği düşüncesi. Ondan ideal bir koca yapmaya çalışıyor. Oyun hamuru çünkü bu. Kitap ilk sayfadan midede hafiften bir çalkalanma hissi oluşturmuşken Naz dışardan şirin gözükmeye çalıştığı adama içinden hakaretler yağdırırken, öpüşmesini Sivas kangalına, kendisini ise en son buldoğa benzettiği bu adam tarafından terk ediliyor. Bu kısmı Naz'la ilgili fikriniz olsun diye anlattım.
Naz, 33 yaşında ve bir bankada çalışıyor. Orada da mutlu değil ve bunalmış durumdayken izin alarak Datça'daki yazlıklarına ailesinin yanına gidiyor. Komşuları Alp&Leyla çiftinin kızı Şeyma'yla okuldan arkadaşlar ve oğulları Nejat da Naz'ın gençlik aşkı.
Ve normalde hiçbir yaz Datça'ya gelmeyen Nejat'ın da o yaz geleceği tutuyor.
Kitap geriye dönüşler şeklinde ilerliyor. Nejat'la Naz'ın yıllar boyunca başından geçenleri ara ara o günlere dönüp okuyor, her defasında daha çok sinir krizi geçiriyoruz. Nejat'la, Şeyma sayesinde tanışıyor Naz.
Nejat henüz evrimini tamamlamamış bir karakter. O yüzden duygu ve düşüncelerini konuşarak değil bazı ilkel motor hareketlerle ortaya koyuyor. Henüz konuşarak kendini ifade etme güncellemesi gelmediği için kitap boyunca duygu ve düşüncelerini hiçbir şekilde duymuyoruz. Aşırı dengesiz, kötü çocuk özentisi, itme-çekme yaparak ilişki kurmaya çalışan bir canlı. Asla açık davranmıyor. Bir anda sarılabiliyor ya da bir anda gidip başkasıyla evlenebiliyor.
Naz'la yazlıkta karşılaştıklarında Nejat 2. evliliğini birkaç yıl önce yapmış bir adam.
Naz'ın hatırladığı anılarda ilişkilerinin Naz'a bir anda sarılmasıyla başlaması. Ama annesi de Nejat da zengin bir eş istiyorlar. O yüzden Naz'ı kendine layık görmüyor ve zengin bir kadınla evleniyor. Naz'ı ısrarla arayarak en güven verdiği anda da ona bunu açıklaması çok çok mide bulandırıcıydı. Altındaki lüks araba, yeni eşinin babasının parasıyla Amerika'da 2 yıl yüksek lisans yapacaklarını ve sonra Avustralya'ya taşınacaklarını falan anlatıyor. Ve buna rağmen Naz'ın hayatına devam etmesine asla izin vermiyor. Geliyor, umut veriyor ve yok oluyor. Sen burada böylece kal, ben zenginliği kazandıktan sonra gelip seninle evleneyim kafasında. Gerçekten çok korkunç.
Peki Naz ne mi yapıyor? "Tamam ya, bana uyar. Nejat'ın ne olursa olsun 'yırtması' gerekiyor. Bunlar da duyduğum en mantıklı ve anlamlı cümleler o yüzden ben günübirlik belki adam edeceğimi düşündüğüm kişilerle takılayım ama hiçbirinin Nejat olamayacağını kendime kanıtlayarak ömür boyu Nejat'ı bekleyeyim." diye düşünüyor. Bir insan kendinden bu kadar nefret etmemeli bence. Bir insanın kendine bunu reva görmesi çok üzücü. Çünkü bu Neandertal "Sen benim 'evleneceğim' diyerek eve götürebileceğim biri değilsin. Benim evlenmek için çok başka birine ihtiyacım var." diyebiliyor rahatça. Ailesi biricik, çok kıymetli oğullarının sınıf atlamasını dört gözle bekliyor. Ve kızın karşısına sürekli başka kızlarla çıkıp Naz'ı aşağılıyor, karşıma çıkma evlenmem lazım diye. Evlenmeden bir gün önce gördüğü Naz'a verdiği züğürt tesellisi de şu: Ömür boyu birbirimizi kapsayacağız. Aramızdaki bağ tüm evliliklerden daha ileri vs. Bunlar arabada yakınlaşmışken düğünden bir gün önce trafik kazası geçiriyorlar. Ee, ne demişler: Kötüye bir şey olmaz. Nejat yarasız kurtulurken Naz'ın bacağı arabaya sıkışıyor, ailelerin haberi oluyor ve Nejat ne yapıyor dersiniz? Hiçbir şey. Evet, hiçbir şey yapmıyor. Herkesin Naz için Nejat'ı evlenmeden bir gün önce ayartan kadın olduğunu düşünmesine izin veriyor. Hiçbir şeyden haberi olmayan Şeyma da her cinsiyetçi gibi abisinde zerre kusur bulmuyor. "Abisini baştan çıkaran" Naz'a küsüyor ve bir daha hiç konuşmuyorlar. Hayırdır ya, hani erkekler duygularına teslim olmuyordu? Ah be Naz, keşke bacağın yerine kafan sıkışsaydı da belki aklın başına gelirdi.
İlk karısından boşandıktan sonra tekrar Naz'ın kapısında bitip onu birilerinden kıskanabiliyor. Kısıtlayabiliyor. Ama yine de Naz'la olmuyor. Sahiplenme, kıskanma krizleri. Ay canım, ne kadar da masum. Biz de yedik.
Bu geçmiş olaylar sürerken günümüzde ise Nejat, arkadaş grubuyla geldiği Datça'da Naz'ı da buluşmalara dahil ediyor. Ancak bu arkadaş grubundan Can, Naz'a ilgi duymaya başlayınca pençelerini hemen Naz'ın üzerine koyuyor, bir nevi "sahibi" olduğunu belli ediyor. Neyse oturdukları masanın etrafına idrarını yaparak yerini işaretlemediğine şükretmeliyiz. Ve bu durum Naz'ın hoşuna gidiyor! Malum köpek benzetmesine devam ederek: "Can, önünden yemeği alınmış bir köpek gibiydi. Ama cins bir köpek, mesela bir golden retriever. Şirin, masum, evcil. Oysa benim Nejat'ım sahibine aşık bir pitbull gibidir. Kafasına koydu mu parçalar."
Ne kadar hastalıklı bir düşünce bu, açıklama yapmama bile gerek yok sanırım. Ve oradaki kadınların kendisini kıskandığını düşünüyor. Öğk!
Yukarıdaki öğürmeyi erken yapmış olabilirim çünkü Naz'ın zihnindeki düşünceler devam ediyor. Erkeklerin dürtüsel davranışlarının bir hayvanın kakasını tutmadan olduğu yere yapmasına benzeterek kabul edilmesi gerektiğini, kadınların ise dırdırcı ve yakınmacı olduklarını, bundan kurtulmaları gerektiğini düşünüyor. Varsayalım ki öyle, kadınların bu yönünü neden olduğu gibi kabul etmiyoruz?
Ve daha ne kadar saçmalayıp iğrençleşebilir ki dediğim yerde yine bir geçmişe dönüş yaşıyoruz ve günümüzde tekrar soracağı soruyu Nejat, Naz'a yine bir kıskançlık krizinin ardından soruyor. Bırakıp gittiği Naz'ın yanında bir adam görünce: O adamla yattın mı? Sen zaten bakire de değilsindir, diye kendi kendine hezeyanlar geçiriyor. Kitabı fırlatıp atmak istediğim yer burasıydı. İki kere evlenmiş, hâlâ evli olan mahlukun, Naz'a defalarca umut verdikten sonra ortadan kaybolan mahlukun sorduğu sorulara gel. İkisine de üzülesim gelmedi kitap boyunca, tam birbirlerini bulmuşlar dedim.
Daha saçma ve iğrenç ne olabilir dedikçe olaylar üzerime yağıyordu. Nejat'ın güncel eşinin Naz'ın en yakın arkadaşının kuzeni olması ve Naz'ın o kadınla sabahlara kadar dertleşmiş olması gerçeği ortaya çıkıyor. Ve Naz yine nato kafa, nato mermer. Anlatacak gerçekten gücüm kalmadı. Yazıyı buraya kadar okuyan kaldı mı? Hiç sanmıyorum. :)
Finali anlatamıyorum madem, kitabı okurken aldığım notlardan birini filtresiz, olduğu haliyle aktarıyorum:
"Nejat; dengesiz, sağı solu belli olmayan, hesap vermeyen, bir iyi bir kötü, emredici, seri evlenme alışkanlığına sahip, birinin gözlerinin içine bakarken başkasıyla evlenen ve hâlâ o gözlere bakmayı uman, ders çalışcam ben yaa diye evden misafir kovan itin teki." :) Bu da benim hezeyanım.
Kitapla ilgili bir sürü yorum ve analiz yapabilirim ama anlatmak istediğimi anlattığımı sanıyorum. Böyle bir çiftin ilişkisinden ise bana kalan tek şey şu oldu. Naz, ilişkilerini bir Yeşilçam filmine benzetiyor. Benim daha önce izlemediğim bir filmdi bu. O yüzden mutlu oldum. Yeşilçam izlemeyi çok seviyorum. Bu kitabı okurken o filmi de izledim fırsattan istifade ve hayır ilişkileriyle alakası bile yok. Yine de o filmi izlediğim için mutluyum. Bu yazıdan sonra o filmin yorumu gelecek. Filmin yorumunun linkini TAM BURAYA bırakacağım :)
Yazımı buraya kadar kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Eğer okuduysanız lütfen yorum olarak hayatta olduğunuzu belirtin, ayrıca düşüncelerinizi de çok merak ediyorum. :( Yazdığım en uzun yorumlardan biri sanırım. İkinci ve üçüncü kitapları da kendime işkence etme pahasına okumayı düşünüyorum ama biraz araya ihtiyacım var. Bana katlandığınız için teşekkürler.
Sevgiler :*
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ:
Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!