Aslında yazacağım yazılar birikmişken sıcağı sıcağına bu kitabı yazmaya karar verdim bir anda... Öncelikle merak ettiğim bir şey var... Sıcaklardan mıdır, yoksa mevsim geçisinden mi; inanılmaz bir keyifsizlik ve isteksizlik var üzerimde. Bütün gün uyumak ya da boşboş oturmak istiyorum. Kitap okumakta, dizi falan seyretmekte zorluk çekiyorum çünkü istemiyorum... Sizde de var mıdır bu durum, yoksa bahar bunalımı bir tek beni mi etkiliyor?
Gelelim kitaba... Tanrıça serisinin 2. kitabı Tanrıçanın Savaşı okumayı çok istediğim kitaplardan biri olmasına rağmen malesef İçinde Aşk Saklı gibi bir süre elimde süründü. Aslında mantıken ilk onun yorumunu yazmam gerekiyordu ama ben hasta ve yaşlı biriyim, üstüne üstlük bahar bunalımındayım, anlayış lütfen :p
Kitap Adı: Tanrıçanın Savaşı
Yazar: Aimee Carter
Orjinal Adı: Goddess Interrupted
Çeviri: Gökçe Çiçek
Yayınevi: Ephesus Yayınları
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 297
Seri: Tanrıça Serisi (Goddess Test)
Seri Sıralaması:
#3 Tanrıçanın Mirası
Yasal Uyarı: Serinin ilk kitabını okumamış olanların bu yazımı okumalarını pek tavsiye etmem, yine de yazım spoiler içermeyecektir. Konunun ana hatlarından bahsedeceğimdir arka kapak yazısındakinden fazla detay vermeden...
Kitabı okumaya piknikte başladım... Evet, evet kırlarda uzanmış, temiz havayı içime çekerek başladım... Arada gökkuşağı dondurmamdan yaladım :) Şaka bir yana nasıl tuhafsam, herkesin tek renk ve kakaolu ya da vanilyalı dondurma tercih ettiği bir günde ben gökkuşağından bozma fıstık yeşili, pembe, mor bir dondurmayla durmuşum, rezillik :) İşte kitaba böyle bir ahval ve şerait altında başladım...
Bilirsiniz ilk kitapta Kate kızımızın Ölüler Diyarı Kraliçesi olabilmesi ve aşkı Henry'e kavuşabilmesi için bir dizi testi geçmesi gerekiyordu ve geçmişti de. Kraliçeliği ilan edilmeden 6 aylık tatilini Yunanistan'da geçiren Kate, Eden Köşküne geri döner ama olağanüstü bir hal vardır köşkte... Henry'le doğru dürüst hasret giderme bile yaşayamazlar... Zaten Henry de Kate'e soğuk davranmakta, onu uzakta tutmaktadır. Birisi (!) tanrıları öldürebilecek tek gücü Titanların Kralı Kronos'u uyandırmıştır ve Kronos Henry ve diğer konsey üyelerini alıkoyar... Kızımız aşkını ve diğer konsey üyelerini kurtarmak zorunda hisseder kendini ve en olmayacak kişiden yardım ister: Henry'nin kalbini kıran ama yine de onun tek aşkı olan kız kardeşi "Persephone"
Kitaptaki Kronos'a karşı savaş, kitabın aksiyon yönünü oluşturmuş ve gerçekten güzel yerleri olan bir parça. Ancak bazı yerler çok basit geçilmiş, hatta kesilmiş de diyebiliriz. Bazı bölümler "Ne oldu, nasıl oldu yani şimdi?"serzenişlerimle bitti. "Tamam iyi/kötü son buldu da, nasıl oldu bu? Nasıl yapabildi bu bunu?" soruları döndü dolaştı. Kitabın duygusal ve psikolojik yanını ise bir cephede Kronos'la savaşmak zorunda olan Kate'in diğer cephede Henry ve ona olan hisleriyle savaşı oluşturuyordu... Kate Henry'i seviyor ama Henry neden ondan uzak duruyor? Kate'i sevmiyor mu? Yoksa Persephone? Onun bu açmazda rolü ne? Kate Henry'i kurtarabilir mi? Kurtarsa bile Henry bir gün onu Persephone'u sevdiği gibi sevebilir mi? Kate onunla sonsuza kadar Ölüler Diyarı'na hükmedebilir mi? İşte bu soruların uçuştuğu bir de duygusal yanı var kitabın ve ben bu kısımları çok sevdim... Etkili yazılmıştı...
Tamam, sevdim ama çokça da söylendim! Hem de ne kötü kelimelerle! Ağzıma biber sürülecek cinsten...
Bu serinin özelliği erkek karakterin çokça naif bir karakter olması. Alıştığımız güçlü kuvvetli, dışarıdan asarım keserim görünse de sevdiğini koruyan, asla bırakmayan, ukala ama çekici erkeklerden değil Henry... Naif bir karakter ama ilk kitapta onun bu yanının nedenlerini anlamış, hak vermiş, çok da sevmiştim kendisini...
Amaaaaa 2. kitapta sana küfretmekten dilimde tüy bitti sevgili Henry!
Kate sanki ne istediğini bilen ve sevdiğini sahiplenen bir erkekti de Henry artık erkeklere güveni kalmamış bir kadındı... Öyle çekti kendini ve kaçamak takıldı. Bazı yerlerde "Yuh artık oğlum ya! Okumayacağım seni! Ömrümden 10 yıl yedin! Erkek ol biraz, sahiplen şu kızı..." şeklinde çok verimli ve yapıcı etkileşimlerde bulundum Henry'le... Ne yapayım bazı yerlerde öyle doldum ki, gözlerim dolu dolu, "Yok artık young adult bir fantastikte de ağlamamalıyım." diye kendimi tuttum. Ben böyle sulu göz değilimdir de beni bu güzel havalar mahvetti, değil mi Orhan Velicim... Bahardandır, bahardan...
Diğer tanrılara gelince... Mitolojiyi severim... Daha çok Mısır mitolojisini sevsem de Yunan mitolojisi de iyidir. Ama bu tanrıların hayatı tam magazin muhabirlerine göre... Şok, şok, şok! Flaş, flaş, flaş! Bu manşetler neon tabelalar gibi zihnimin gerisinde yanıp söndü bazı kısımları okurken :)
Yazara bakarsak genç bir yazar olmasına rağmen Aimee Carter'ın kalemi cidden güzel, akıcı ve ben okurken keyif alıyorum. Kapak da orijinal kapak ve yine çok güzel, bölüm arası detayları yine etkileyici... Ve kitap nereye gittiğini ufaktan tahmin etmişsem de çok can alıcı bir yerde bitti... Allah'tan 3. kitap için çok beklemeyeceğiz ;)
Ve son olarak kitabı elmalı bitki çayım, "Ben diyetteyim." diye bağıran form bisküvimle bitirdim :) Yolculuğumuz burada sonra erdi, burası sonra duraktır, Taksime gidecek yolcularımızın funiküler hattına... Devreler yandı, kaçtım! :) Öpüldünüz...