15 Ocak 2014 Çarşamba

İLK HISTORICAL ROMANCE'LARIM: Anna Campbell & Judith McNaught


Tarihi kurguları ve tarihi romanları severek okusam da henüz Historical Romance yani Tarihi Aşk Romanlarından habersiz olduğum zamanlardı. Kitapçıya gitmiş ortalığı talan ederken Anna Campbell'ın Mahrem kitabını gördüm. Zaten fark ettiyseniz, göz alıcı bir kapağı var. Arka kapağını okudum, ilgimi çekti ve aldım. Zaten türe yabancıyım, nesi ilgimi çekti emin değilim:)

Sonra bir iki gün içinde hemen okuyuverdim. Tür ilgimi çekti, Anna Campbell'ın kalemini çok ama çok beğendim. Sonra kendisinin kitaplarını araştırmaya başladım. Halbuki kadının daha Mahrem çıkmış daha yeni, başka kitabı yok ki :( Sonra karşıma Judith McNaught çıktı. Nereden çıktı ben nasıl başladım Düşler Krallığı'na bilmiyorum. Ama bayıldım... Uzun bir süre Royce Westmoreland <3 _ <3 diye gezdim ortalarda. Bir süre sonra Anna Campbell'ın Günahın Esiri çıktı. Başlarda bulamamıştım. Sonra onu da okudum... Ve Historical dünyasına adım atmış oldum... Hem de Anne Campbell'ın harika kalemiyle...

Zamanla okuyup türü ve yazarları ayırt etmeye başladıkça, kalıpları da fark ediyorsunuz.  Esasoğlan hep dük,kont vs., içerden bir yarası olsa da güçlü, buz gibi soğuk, sahiplenmeci ve katı gibi. Bir de daha farklı yazmaya çalışanlar var. Klişeleri kırmaya çalışanlar. Ki türdeki kalıpları sevenlerin sevmediği yenilik arayanların şans verdiği yazarlar. Bence Anna Campbell da onlardan biri. Seveni de var, sevmeyeni de. Nedenine kitapları yorumladıktan sonra gireceğim, böylece yazarın size göre olup olmadığına karar verebilirsiniz.



MAHREM


Grace kaçırılıp ıssız bir malikaneye  getirildi. Üstelik kaçıran adamları onu fahişe sanıyorlardı. Malikanedeki adamın tüm arzularını karşılaması bekleniyordu. 
Matthew ıssız bir malikanede hapis gibi yaşıyordu. Üstelik onu buraya kapatan amcasıydı. Kendisine "deli" damgası vurmuş ve mirasına konmuştu. Evine gönderdiği fahişeye sahip olmak demek amcasına karşı kaybetmek demekti o yüzden Grace'e el süremezdi. Ne var ki bu çok zor olacaktı... Ayrıca oradan kurtulması gerekiyordu, Grace'i de kurtarması... Grace bu sessiz ve tuhaf adamı oradan kurtarmak isteyecekti, ancak bu pek kolay görünmüyordu.
Bu kitabı hala tüm ayrıntılarıyla hatırlarım ve çok severim. Karakterlere ve kurguya bayılmıştım. Belki bu kitabı bu kadar sevmesem şu an bu türü                                                             okumuyor olabilirdim. 
                                                           PUANIM: 



GÜNAHIN ESİRİ


Çıktığını öğrendiğimde her yerde aramıştım. Bulur bulmaz da okumuştum. Yine klasik bir Anna Campbell kurgusu. Yazarın izleri birebir belli. Hindistan'da tutsak edilen ve bir yıl boyunca tarifsiz  işkenceler gören (okurken kanım dondu ) Gideon, döndüğünde kimseyle iletişim kuramıyordu ve hala o olayların etkisi altındaydı. 


Daha sonra bir ahırda zor durumdaki Charis'le karşılaştı. Charis kaçıyordu. Gideon ona yardım etmek zorundaydı, kendi ne kadar zor durumda olursa olsun... Onu istese de kendini Charis'e layık görmüyordu. Ama onu kurtarmak için onunla evlenmeliydi! 
Anna Campbell'ın tarzını bozmadığı bir kitap, hikayeyi sevdim ama bir Mahrem kadar değil. Ondan daha geri planda kalıyor... 
PUANIM: 






Yazarın elimde Sana Teslim Oldum kitabı da var, ancak henüz okuyamadım. Yazarın ayrıca Uykusuz Geceler adlı bir kitabı daha çıktı. 


Yazardan bahsetmeye devam edersek Anna Campbell'ın karakterleri historical romance kalıbındaki gibi değildir. Evet, diğer esasoğlanlar da geçmişe dair bir yara taşır, ancak bu yarayı, acı hatırayı sert ve güçlü kişiliklerinin arkasına saklarlar. Anna Campbell'da ise esasoğlanlar gözle görülür bir biçimde yaralı olurlar. Genelde kız zor duruma düşer ve erkek yardım eder, sonra kız erkeğin kabuğunu kırarken, Anna'nın kitaplarında asıl zayıf karakterler erkektir. Hayattan bazı sebeplerle kendilerini soyutlamış olurlar. Ve kendilerine ihtiyaç duyan esaskızı kurtarmak için güçlü olmak zorundadırlar. Kendi çaplarında şartları zorlarlar ve açılıyorlar. 
Belki başka biri yazsa bu tarzı sevmeyebilirdim, bilmiyorum; ama Anna'nın tarzını çok seviyorum. Kendisi benim ilk Historical yazarım ve en sevdiklerimden de biri...

Gelelim Judith'e...

DÜŞLER KRALLIĞI (Westmoreland #1)
Judith'in ilk okuduğum ve hala en sevdiğim kitabı... Bu kitaptan sonra benim için Sonsuza Kadar geliyor.
Kıran kırana, temponun hiç düşmediği, deli dolu ve aşk dolu bir kitap benim için. Karakterleri de çok  sevmiş uzun bir süre Royce *_* diye gezmiştim. 
Jennifer ve kız kardeşi Brenna babası tarafından gönderildiği manastırdan Royce'un kardeşi Stefan tarafından kaçırılır. Ancak Jennifer kolay lokma değildir. Hayatı zindan eder herkese :) Çok eğlenceli kısımlar tabi bunlar. Tüm duygular ve olaylar yoğun bir şekilde anlatılmış. O nedenle bu kitabı çok seviyorum ^^
Beni benden alan kısım:
Nihayet başını eğip yumuşak bir sesle; "Sen nasıl istersen." dedi. Royce onun göreni sarhoş eden gözlerine bakıp mırıldandı; "Neden sen şimdi olduğu gibi kendi rızanla teslim olduğunda ben kendimi galip gelmiş bir kral gibi hissediyorum da, kendi rızan olmadan teslim olduğunda mağlup olmuş bir dilenciye dönüyorum?"
PUANIM: 
Westmoreland Serisi
#1 Düşler Krallığı (Royce Westmoreland)

Sevgiler ^^ 


2 yorum:

  1. Nedendir bilmem Tarihi Aşk romanlarına hiiç sıcak bakamıyorum. :S :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle zevk meselesi bu işler. :) Merak ettiğim bir türü denerim, beğenmediysem yanaşmam bir daha kolay kolay. Aile-Dram ve Çik-Lit okumaktan hoşlanmıyorum ben de pek....

      Sil